"Yüreğim sızladığı zaman
Ciğerlerime çekerken kötülüğü
Ellerimle dokunurken kötülüğe
Ayaklarıma dolaşırken kötülük
Şu taşı şuradan alıp şuraya koymamanın
Pis bunaltısı geçiriyor tırnaklarını
gırtlağıma.
Kokuyor işyerleri
Kokuyor günaydınlar
Ne varsa verilmemiş
Alınmamış ne varsa
Edilmemiş söz
Patlamamış öfke
Uyutulmuş ne varsa
Ne varsa kokuyor birden bire
Ve kayıyor bir şey parmaklarımdan
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya yüreğim."
Her gün bu şekilde uyanıyorum artık. Yüreğim sızlaya sızlaya.
Günün her saatinde bu şiir düşüyor usuma. Boğazımdaki yumrular
gittikçe büyüyor. “Edilmemiş söz /patlamamış öfke” yle dolaşıyorum.
Seksenli yıllarda baskılara, işkencelere, gözaltında
kaybolmalara karşı bir direniş türküsüydü bu şiir bizim için. Gidenler için bir
ağıt, kalanlar için bir umut barındırıyordu. Yıllar ve yıllar sonra yeniden içimi
sızlatıyorsa bu şiir, o günden bu güne değişen bir şey yok demektir.
Tek bir fark var; o günlerin direnci gelecek güzel günlerin
umudunu barındırıyordu içinde. Kavganın bir anlamı vardı. Yoldaşlık bir kavram
değil, içi doldurulmuş bir yaşamdı.
Bu günlerde “Gece yarılarından sonra, şafaktan
önce” yüreğimi sızlatan şey, pırıl pırıl gençlerimizin gelecek güzel günlere
olan inançlarını yitirmeleridir. Diplomalı işsizler olarak kendilerini
ailelerine yük olarak görüyorlar. Yarının belirsizliği bunalıma itiyor onları. Her
gün intihar haberleri geliyor. Her gün ama her gün birer sayıya dönüşmeye
başlıyorlar. “Kelle fiyatına hürriyet”** bile yok artık.
Bu da Denizli’de intihar eden bir
gencin notundan: “Bu güne kadar hep bi umudum vardı bi şeyleri düzeltebilmek
için ama olmuyor her şey tersine gidiyor. Özür dilerim, yoruldum.”
Ve son yıllarda bunun gibi
yüzlerce not yazıldı. Neden?
Bir insan henüz ömrünün
ilkbaharındaysa neden yorulur?
Onlara gülmeler yaraşırken,
dünyanın yükünü bindirdik omuzlarına; neden?
Neden? Neden? Neden?
Çıkamıyorum işin içinden.
Sadece pandemiden dolayı mı bu
intiharlar?
Bunun öyle olmadığını hepimiz
biliyoruz. Adım adım hazırlandı bu son. Ötekileştirerek, sınıflara ayırarak
hazırlandı bu ortam. Nefret söylemi
baskındı. Pandemi, süreci hızlandırdı yalnızca.
Bir insan, içinde yaşadığı
ülkenin talan edildiğini görüyorsa, gelecek adına umudunu yitiriyorsa ve
direnmenin faydasız olduğuna inanıyorsa, intihar kaçınılmaz oluyor.
“Su gibi ilerliyor yangın
İşliyor kıtlık karanlığı
Ölüler birden bire şarkılaşıp
Virüsler bakteriler
Bütün dilleri birden konuşuyor herşey.
Çırpınıyor yerde bir damla kan
Ve belki de işte o zaman başlıyor sızlamaya
yüreğim.”
Sızım sızım sızlıyor yüreğim. Şen kahkahalar
atamıyorum artık.
Bir de; "zenginlik
kadar insanın başına gelebilecek kötü bir şey olamaz! Hayatta bir şeye özlem
duymak gerek" diyen bir artist kalıntısının söylemi, paramparça etti beni.
Bir öfke fırtınası sardı yüreğimi. Patladı patlayacak. Şairin “ne varsa kokuyor”
dediği bu olsa gerek.
Yokluğun ve yoksulluğun virüsten
daha yaygın olduğu bu günlerde ne kadar aptalca bir söylem bu. Topluma örnek
olmasını bilmeyen bu artist parçasını pazar artığı toplayan kadınların arasına
davet ediyorum. Oradan bir günlük yiyeceğini çıkarıp tencere kaynatsın da
görelim; neye özlem duyup duymayacağını konuşuruz sonra.
Artık ne söylesem boş. Akıntıya
karşı kürek çekiyorum gibi geliyor bana.
Kadına yönelik şiddeti önleyemiyoruz.
Kadın cinayetlerini durduramıyoruz.
Çocuk istismarını engelleyemiyoruz.
İntiharların önünü alamıyoruz.
Ekonomik krizden kurtulamıyoruz.
İşsizliğe çözüm bulamıyoruz.
Toplum olarak bunalımdan çıkamıyoruz.
Yine de gelecek güzel günlere olan inancımı yitirmiyorum. Ve şiire
sığınıyorum. O beni aydınlığa çıkaracak…
“Yani ben dört mevsime bölerek bu yürek
sızısını,
Günlere, saatlere bölerek bu yürek sızısını,
Sokağım, kentim, vatanım sanarak bu yürek
sızısını,
Bir yaprağı durmadan işliyorum bu ölümsüz ağaca.”
*Hasan Hüseyin Korkmazgil/ Yüreğim Sızladığı Zaman şiiri
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder