Bugün Hıdrellez.
Bugün şenlik ateşleri yakılacak yurdun dört bir
yanında. Dilekler asılacak gülfidanına. Baharı uğurlayıp yazın gelişini coşkuyla
kutlayacak insanlar.
Benim dileğim, 1972 baharında, bir karanfil
dalında, açmadan solan üç tomurcuğun boğumunda asılı kaldı...
“Şenlik
dağıldı, bir acı yel kaldı bahçede yalnız
O, Mahur Beste çalar, Müjganla ben ağlaşırız
Gitti dostlar, şölen bitti, ne eski heyecan ne
hız
Yalnız kederli yalnızlığımız da sıralı sırasız
Bir yangın ormanından püskürmüş genç fidanlardı
Güneşten ışık yontarlardı sert adamlardı
Hoyrattı gülüşleri aydınlığı çalkalardı
Gittiler akşam olmadan ortalık karardı”*
Evet, gittiler ve o günden beri aydınlanmadı
dünya.
Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan…
Onlar vatan sevdası uğruna darağacına güle
oynaya gidenlerdir…
Onlar, tarihin sararmaya yüz tutmuş sayfalarına
adları altın harflerle yazılanlardır…
Hiç yaşlanmadılar. Hep yirmili yaşlarındalar.
Kendileri gibi düşünceleri de genç kaldı.
Onları darağacına gönderenlerin adları, tarihe
kara bir leke olarak kaydedildi.
Deniz, Yusuf ve Hüseyin’in devrim ateşi “Tam
Bağımsız Türkiye” sevdalılarının yüreğinde yanıyor hala.
Tek suçları bu ülkeyi çok seviyor olmalarıydı.
Halkın ve haklının yanında olmalarıydı. Emperyalist güçlere karşı halkı
uyarmaya, uyandırmaya çalışıyorlardı.
” Biz şahsi hiçbir çıkar gözetmeden, halkımızın
bağımsızlığı ve mutluluğu için savaştık!
1968’ler. Yazılı tarihin en barbar asrının en
umutlu, en ışıklı, en cesur günleriydi. Coşkun bir devrimci dalganın bütün
dünyayı sarstığı, onlarca ülkede milyonlarca insanın ayağa kalkarak, Gerçekçi
ol, imkansızı iste! diye haykırdığı günlerdi.
Böyle
bir dünyada, Denizler de özgürlük bayrağını Türkiye’de yükseklere taşıdılar.
ABD’ye, NATO’ya, yurtlarını yerli ve yabancı sermayeye peşkeş çekmek
isteyenlere en iyi cevabı eylemleriyle, yürüyüşleriyle, cesaretleriyle
verdiler.
Ve
egemenler, bu özgürlük kabarışının intikamını 12 Mart karanlığında üç gençten
çıkarmak istediler. Somut hiçbir yasal dayanak olmadan Deniz’i, Yusuf’u,
Hüseyin’i ve nice arkadaşlarını idamla yargılayıp, Asalım, asalım!
çığlıklarıyla darağacına göndererek özgürlük ve bağımsızlık mücadelesini
boğmaya çalıştılar?”**
O
günden bu güne değişen bir şey yok aslında. Halk hala derin uykuda. Güçlü
güçsüzü ezmeye devam ediyor. Dünya pandemiyle mücadele ederken, yoksul kesim ekonomik
krizi aşamıyor. Her gün intihar haberleriyle uyanıyoruz. Biz hala gül ağacına
dileklerimizi asıp sinerji oluşturmaya çalışıyoruz.
Sinerji
bireysel çabayla değil, örgütlü mücadeleyle gerçekleşir. Bunun için de “ayağa
kalk, gerçekçi ol, imkansızı iste!” Bak o zaman nasıl da canlanır doğa. Toprak
aldığını geri vermeye başlar. Kurumuş fidanlar kök salmaya başlar. Ve yeniden
şekillenir “Tam Bağımsız Türkiye”.
“Sonra belki düşüncelerin asılmadığı bir yere gideriz.”
Karanlıklar aydınlansın diye sokakları tutuşturanlara selam
olsun…
*Attila İlhan/Mahur Beste şiirinden
**Nihat Behram/Darağacında Üç Fidan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder