İnsanın ruhu aşkla
beslenir, duyguları şiirle…
Aşk çoğu zaman iki kişilik
görünse de; yalnız yaşanır.
Delice bir tutkuyla
bağlanırsınız sevdiğiniz kişiye. Yerden kesilir ayaklarınız. Mantık yok
olmuştur dünyanızdan. Yüreğinizin sesi vardır yalnızca. Baktığınız her şeyde,
her yerde sevdiğinizin yüzünü görürsünüz.
Çalınan her şarkıda,
fısıltılarda, martı çığlıklarında onun sesini duyarsınız. Zaman ve mekan
kavramı yitmiştir. Farklı bir boyutta yaşamaya başlarsınız. Her an, her dakika
yanınızda olmasını istersiniz sevdiğinizin. Gözlerinin derinliğine bakmak, o derinlikte kaybolmak istersiniz. Şiirler,
şarkılar yetmiyor artık. Tutkuyla kıvranan yüreğiniz, iki kişilik aşk için
yanıp tutuşuyor.
Sevgi dokunmaktır.
Dokunmak ve içine almaktır.
Hasret bitmiştir
artık. İşte karşı karşıyasınız.
Gözleriniz birleşir önce, sonra elleriniz. Yüreğiniz ağzınızda atarken
sevdiğinize sıkıca sarılırsınız. Ruhunuz doyuma ulaşırken duygularınız
ayaklanır. Şiir okumanın tam zamanı:
“ağaçları kurumuş bir
ormanda
çırılçıplak kalmışım
yitirdim gölgemi /-gölgem
ol -/
bir deliliğimden utanmadım
bir de seni sevmekten
yürekevimin kapıları
hep sana açılıyor
bodrum kapıları da bana
sevdiğim
aşk iki kişilik bir dünya
bodrum masal içinde bir
dünya
tut ellerimi kendi
masalımızı yazalım
martı özgürlüğü yakışsın
bize”*
Bodrum öyle bir aşk işte.
Bir defa gelen vurulup
gidiyor ve bir daha iflah olmuyor.
Ne demişti Halikarnas
Balıkçısı:
“Yokuş başına geldiğinde
Bodrum'u göreceksin,
Sanma ki sen
Geldiğin gibi gideceksin
Senden öncekiler de
Böyleydiler
Akıllarını hep Bodrum'da
Bırakıp gittiler...”
Ben de Bodrum’da
bıraktığım aklımı geri almaya geldim ama bir daha gidemedim.
Gerçek bir Adanalı, Adana
dışında yaşarsa sudan çıkmış balığa döner.
Oysa ben sanki hep
buradaydım. Adımımı attığım her yeri tanıyordum. Bu dağların hepsi benimdi. Ben
dikmiştim zeytin ağaçlarını, Myndos efsanesi benimle başlamıştı ve ben Myndos
kraliçesi olarak Bodrum’a olan aşkımı herkes bilsin istedim.
Bodrum’u Bodrum yapan
nedir? Mavi taçlı beyaz evleri mi? Begonvilleri mi? Denizi mi? Kalesi mi?
Amiral Turgut Reis ya da Cevat Şakir Kabaağaçlı’ (Halikarnas Balıkçısı) mı?
Deve güreşleri mi? Zeytinlik alanları, çileği mi? Zeytinyağı mı? Ünlü
mekanlarıyla ünlenmiş balıkları mı yoksa yemekleri mi? Çökertme kebabı, çiçek
dolması, lokum pilavı ve en önemlisi keşkek. Bunların hepsi iç içe geçmiş
özellikler. Biri olmazsa diğerinin değeri yoktur Bodrum’da.
Her aşk kendi masalını
yazar ya, her kent de kendi efsanesini yaratır.
Bodrum’u Bodrum yapan en
büyük özellik, Ege Bölgesinde yer almasına karşın, yarımada içinde kendi
bağımsızlığını kurmuş olmasıdır.
Torba, Yalıkavak,
Gündoğan, Türkbükü, Gümüşlük, Turgutreis, Akyarlar, Karaincir, Gürece, Bağla,
Ortekent, Yahşi, Konacık, Bitez, Gümbet diye ayırsak da Bodrum’dur bu saklı
koyların genel adı. Torba yokuşunu indiğiniz andan itibaren Bodrum’dasınız
artık.
Denizden önce sokaklar
çağırır sizi. Sabah güneşiyle yıkanmış evlerin kuytularında dolaşırsınız şaşkın
ve hayran bakışlarla. Sokağın değişken sakinleri köpekler eşlik eder size;
yadırgamazsınız. Sokak çalgıcılarının ezgilerine karışır sesiniz. Sokak
ressamına poz verirsiniz sanat adına, kendi tarihinizi not düşerek. Ve bir
kadın seslenir size; dağların yazgısı yüzüne sinmiş: “Kekik alıvercen mi?” Bir tek “kekik” sözcüğünü algılarsınız. Kara
sevda dedikleri bu olsa gerek. Bütün Bodrum kekik kokmaya başlar. Sokakların
ruhuna karışır ruhunuz.
Bir ikindi vakti, güneş
dağların ardından denize kavuşmanın coşkusunu yaşarken; siz Bodrum’a özgü
klasik ve modern mimariden oluşan bir evin, sardunyalarla bezenmiş bahçesinden
geçiyor olacaksınız. Begonvillerin gelin duvağına dönüştüğü bir kapıyı
çalacaksınız usulca. Ege’nin o tatlı şivesini içinde barındıran bir kahkahanın
sıcaklığı saracak sizi. Bodrum mandalinası lokumu eşliğinde kahvenizi
yudumlarken, günbatımının muhteşem manzarasında kaybolacaksınız…
*Şiir: Aysel Yenidoğanay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder