Bugün 2
Eylül. Aylan bebeğin ölümünün 6. Yılı.
Ve “Batı
cephesinde yeni bir şey yok. “
İşgal
edilen topraklardan kaçmak için canını hiçe sayan insanların sayısı gün be gün
artıyor.
Evet,
ülkemize elini kolunu sallayarak gelen sığınmacı istemiyoruz, buna da hakkımız
var. Ancak savaşın vurduğu sığınmacılara da egemen güçlerin bir çözüm üretmesi
gerekiyor.
Altı yıl
önce yazdığım bir yazı hala güncelliğini koruyorsa artık yeni söylemlere
ihtiyacımız var demektir.
SAVAŞ KADINLARI VURUR ÖNCE
Savaş kadınları vurur en
çok. Ve onların yüreklerinde kanar kabuk bağlamayan yaralar.
Kadın
ganimettir işgal edilen topraklarda. Unutur işgalciler, kendilerini de
bir annenin doğurduğunu ve ileride kendi çocuğunun da bir anne olabileceğini.
Yalnızca
kadının vatanını istemiyor egemen güçler. Evini, barkını, ailesini ve de
bedenini istiyorlar.
Bilir
kadın bunun kendi savaşı olmadığını ve bilir bunun bir vatan işgaliyle
kalmayacağını. Bedeni üzerinden güç gösterisine kalkışacaktır işgalciler…
Vatanı
kutsal bellemiştir kadın. Kutsal emanete ihanet eden güçler karşısında ya
direnecek ya da ölüme gidecek.
Ve
kadınlar taşır egemen güçlerin yüklerini. Omuzları çökse de dimdiktir
yürekleri. Yürekleriyle sararlar savaşın açtığı yaraları.
Umudun
tükendiği yerde umut ormanları dikmeye başlar kadın. Vatan elden giderken kendi
bedeninin sevdiklerinin gözü önünde işgal edilmesine göz yumamaz. Ne onu
koruyan bir yasa vardı görünürde ne de ona sahip çıkacak bir iktidar.
Geriye tek yol kalıyor: Bedenini ve çocuklarını korumak adına kaçmak.
Empati
kuramayanlar için kaçmak korkaklıktır. Vatana ihanettir.
Oysa
kaçmak, egemen güçlere başkaldırmaktır. Mermi yağmurları altında, parçalanmış
bedenler üzerinde ağıt yakarken, gökyüzüne uçurtma salmaktır.
Ve
kadınlar acıyı barındırsa da göz derinliklerinde, mutluluk saçar gözbebekleri.
Ve
kadınlar kocalarını veya sevgililerini ne kadar çok severlerse sevsinler,
en çok çocukları için yaşarlar. Yalnızca çocukları için göze alırlar ölümü.
Ölüme
yolculuk bundandır işte. Bundandır “vatan” bildikleri toprakları bırakıp
kaçmak. Bundandır bilmedikleri denizlerde kulaç atmak. Çünkü bu savaşın sonu
yok. Kazanan daima egemen güçler olacak.
İnsanın
başına gelmeyince kolaydır birini yargılamak. Ona hüküm verip yargısız infaz
etmek. Ama hiç kimse bilemez; bir akşam vakti, bir süper market önünde, taş
kaldırımın üzerine oturmuş, kucağında uyuyan bebesiyle gelen gidene el açan bir
annenin duygularını.
Hava
soğuk mu soğuk. Tiksintiyle bakıyor bazı kişiler.
“O
kaldırımda ben olabilirdim” demeli insan.
Onun
yerinde olsan ne yapardın?
Çocuğuna
süt parası mı dilenirdin yoksa gidip bedenini mi satardın? Ya da işgalci
güçlere mi teslim olurdun?
Dilini
bilmediğin bir ülkede, sana yabancı insanlar arasında, evrensel dili kullanarak
yardım istemek, (dilenmek demiyorum ’yardım’) bir anne için zor olsa da çocuğu
için yapar bunu.
Mülteci
olmayı o istemedi, mülteci olmaya zorlandı.
Karaya
vuran balıklar gibi cansız çocuk bedenleri vuruyor sahile. Her gün bu haberlere
uyanmak ve yaşadığım coğrafya nedeniyle bunlara tanık olmak içimi acıtıyor.
Çocuklar
geleceğimizin umudu. Onlara güzel bir dünya bırakmak adına direniyoruz.
Bireysel
olarak çözüm üretme olanağımız olmayabilir ama toplum olarak bize
sığınan bir insanı korumamız gerektiğine inanıyorum.
Evet onlar
"sığınmacı.
Ve unutulmamalı ki savaş
kadınları vurur önce. Ve kadınlar omuzlanır dünyanın tüm yükünü…
* “BATI CEPHESİNDE YENİ BİR ŞEY YOK” Erich Maria
Remarque'nin yazdığı savaşın
korkunçluğunu ve anlamsızlığını ele alan bir romandır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder