"Keşke
diyorum keşke
Hiç
bir şey bilmeseydim
Suya
bakıp dursaydım ömrüm boyunca
Bir
ırmak kenarında
Bir
deniz ortasında
Ya
da kalbim
Sınırsızlığın
müziğini bulmuş
Varlığın
şarkısına kendini bırakmış
Bir
okyanusa kansaydı keşke" *
“Bilmek
yanmaktır” demiş Fuzuli.
Ben
ve benim gibiler her gün ama her gün yanıyoruz.
Herkesten
akıllı olduğumuz için değil, her şeyin farkında olduğumuz ve hiçbir şey
yapamadığımız için yanıyoruz.
Ve
sonra “keşke”leri çoğaltıyoruz yaşamımızda.
Özellikle
cinayete kurban giden kadınlar için kullanıyoruz “keşke”lerimizi.
Keşke
Pınar Gültekin, Cemal Metin Avcı’yla hiç tanışmamış olsaydı.
Keşke
İpek Er, Musa Orhan’a sığınmasaydı.
Keşke,
Kadir Şeker tutuklanmasaydı ve onun gibiler çoğalsaydı.
Keşke,
sevgiye en çok ihtiyaç duydukları dönemde kızlarını öldüren babalar olmasaydı.
Keşke,
çocuğunun gözü önünde öldürülen anneler olmasa.
Keşke,
boşanma aşamasında olan kadınlar, eski kocalarıyla son buluşmaya gitmese.
Keşke
erkek çocuklar anne katili olmasa…
Bu
keşke’ler uzayıp gider daha.
Yalnızca
Türkiye’de değil dünyanın her yerinde yüzlerce, binlerce, milyonlarca kadın
şiddet görüyor, taciz ve tecavüze uğruyor ve sonunda öldürülüyor.
“Keşke
hiç yaşanmasa bu tür olaylar” diyoruz değil mi?
Diyoruz
demesine de bireysel olarak avazımız çıktığı kadar bağırmaktan başka bir şey
gelmiyor elimizden.
Güçlerimizi
birleştirsek de egemen güçler set çekiyor önümüze.
Katilimiz
her defasında, zeytinyağı gibi üste çıkıyor.
Erkek
egemen güç her nasılsa hep onu haklı buluyor.
Ve
neredeyse öldürülen kadın mezardan çıkartılıp yargılanacak konuma geliyor.
Katil
kendinden emin bir şekilde çıkıyor mahkemeye:
İyi
halden indirim alıyor.
Pişmanım
diyor, indirim alıyor.
Beni
kışkırttı diyor, indirim alıyor.
Kravat
takıyor, indirim alıyor.
Kasten,
tasarlayarak öldüren bile indirimden yararlanıyor.
First
lady’nin kızına hakaret suçu işleyen hapiste, bir başka annenin kızına tecavüz edip
öldüren kişi serbestçe dolaşıyor aramızda.
Biz
adalete nasıl güveneceğiz?
Hangi
yasa koruyacak bizi?
“Keşke” dedikçe önümüzü göremiyoruz. İleriye
doğru adım atamıyoruz. Karanlığın içinde debelenip duruyoruz. Eksilmekten
bıktık.
Keşke
dememek için İstanbul Sözleşmesi’nden vazgeçmiyoruz.
Pınar Gültekin'in annesi: “Benim çocuğum kül oldu. Kül. Kül.
Kül. Kızımın yanık kokusu burnumdan gitmiyor. Bu ne demek biliyor musun sen?”
İşte
bunun için SUSMUYORUZ!
Tecavüze,
erkek şiddetine karşı birlikte güçlüyüz.
*Edgar Allan Poe
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder