Gençliğimizde “radyo tiyatrosu” vardı.
Sabırsızlıkla beklerdik yayın saatini. Bizim dilimizdeki adı “arkası yarın” dı.
Seslendirme sanatçıları çok değerli tiyatro oyuncularıydı. Tiyatro sahnesinin
en önünde oyunu izliyor gibi olurduk.
Televizyon kanalları artıkça “arkası
yarın” anılarda iz bırakan bir yayın olarak belleğimizdeki yerini aldı.
Bu günlerde bir şey oldu ve “arkası
yarın”ı bir ben değil, toplum olarak sabırsızlıkla beklemeye başladık. Hem de
görüntülü, canlı canlı. Heyecanlı bir dizinin bir sonraki bölümünde ne olacak,
merakıyla bekliyoruz. Dizinin adı da merak uyandırıyor: Devlet, Mafya, Gazeteci
İlişkisi…
Bermuda şeytan üçgeni gibi. Bu üçgenin
çekim gücüne kapılan bir daha kurtulamıyor.
Bu yaşananlar bir başka ülkede olsaydı şimdiye kadar yer
yerinden oynardı.
“İşlerin
normal yürüdüğü ülkelerde, gazeteci mafyayı ifşa eder, ipliğini pazara çıkarır.
Bizde mafya gazeteciyi deşifre ediyor. Ve o normal ülkelerde mafyaya karşı
hükümetten medet beklenir, bizde hükümete karşı mafyadan. Neresinden tutup
hangisine şaşıralım!”*
Evet,
şaşırma yetimizi yitirdik. Bir mafya lideri çıkıyor ve bazı kesimleri söylemleriyle
baskı altında tutuyor. Ve bir bakan çıkıp şunu söylüyor: “Keşke başıma bir şey gelseydi de
bugünleri görmeseydim."
Oysa
bir gazeteci olarak bu cümlenin benzerlerini benim söylemem gerekiyor:
Keşke
yanar- döner gazetecilerle aynı çağda yaşamasaydım.
Keşke
bu yaşadıklarım bir illüzyon olsaydı.
Keşke
bir rüyanın içinde olsaydım ve uyansaydım, yaşadıklarımın kabus olduğuna
sevinerek.
Ve
keşke “gazeteci” kimliğimi bu kadar çok sevmeseydim. Çünkü hiç bir dönemde gazetecilik
mesleği bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. Gazetecinin bir onuru, bir
saygınlığı; yaptığı haberin bir değeri
vardı. Günü kurtarmak için değil, halkı aydınlatmak için canını dişine takar,
tehditlere aldırmadan yapacağı haberin peşine düşerdi.
Şimdi
“yandaş medya” diye bir kavram var.
Özgür
basın kavramına ne oldu?
Tarafsız
gazetecilik ilkelerine ne oldu?
Halkın
gerçekleri bilme hakkına ne oldu?
Bu
kuralları ihlal eden, halkı uyutma derdine düşen ve “hep bana” diyen zaten
gazeteci değil “müsvedde”dir. Bunlar ürüne musallat olan tarla fareleridir.
Unutulmamalı ki çiftçi bu tür zararlılarla nasıl baş edeceğini bilir.
“İstanbul’da görev yaptığım yıllarda evimden
iş yerine gitmek için, Haliç Köprüsünü kullanmak durumundaydım. Ancak o
yıllarda, Haliç çok kötü ve pis kokuyordu. Arabamın camlarını ve ağzımı, sıkı
sıkıya kapatsam da, o koku beni etkiliyor, hasta ediyordu’. Görev yaptığım iki
yıl boyunca, o kokuya alışamadım. Fakat zannediyorum ki, o kokuyu zamanla
kanıksadım!
Bir gün yine o pis kokulu Haliç’ten geçerken,
insanların çimlerin üzerinde piknik yaptıklarını, çocukların top oynadıklarını,
eğlendiklerini ve o pis kokuya rağmen, mutlu olduklarını gördüm.
Önceleri şaşırdım.
Ancak; bu gün yaşananlardan sonra şöyle düşündüm. Haliç gibi o pis kokan
denize, havaya insanlar alışmış, kanıksamış ve artık umursamaz olmuşlar, yani o
pis kokuyla yaşamaya alıştırılmışlardı.
Biz bu toplumda pisliğe,
kirliliğe, alıştırıldık. O nedenle hukuk gibi kavramlara boş verdik. Anlıyorum
ki; Haliç’in o pis ve iğrenç kokusuna insanlar mecbur bırakılıp, orada
yaşamaktan başka şansları yoksa; yapacakları bir şey yok, alışıyorsun,
alıştırılıyorsun, sonunda umursamıyorsun.” **
Şimdi derin uykulardan
uyanma zamanı.
Alışmamak adına,
yaşananların alışkanlığa dönüşmemesi adına uyanma zamanı.
Ve yaşamı umursamak
adına uyanma zamanı…
“yaşamayı
ciddiye alacaksın,
yani, o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut, kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel,
en gerçek şeyin yaşamak olduğunu bildiğin halde.
yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak, yani ağır bastığından.”***
*Y. Sarıyer
**Hanefi Avcı anılarından
***Nazım Hikmet Ran
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder