Kara
önlükle okula gittiğimiz yıllar…
Mahalle
kültürünün kaybolmadığı; dostluğun, dayanışmanın sevgi bağıyla örüldüğü,
sevincin ve üzüntünün eşdeğerde paylaşıldığı yıllar…
Çocuktuk;
nefret neydi, kin neydi, düşmanlık neydi bilmiyorduk. Bir tek arkadaşlarımızla
kavga ederdik ve büyüklerin değimiyle “tükrüğümüz kuruyana kadar” barışırdık.
Yorgunluktan
bitkin düşene kadar oynardık sokaklarda ve hangi kapıyı çalsak içerdik
suyumuzu; hem de aynı bardaktan. Salçalı ekmeğimizi bölüşürdük de bir tek gazoz
kapaklarını ve bilyeleri bölüşemezdik. Yine de kıyamazdık bilyesiz kalana,
“ödünç” veya “borç” verirdik. Ütenin kazancına ortak olurduk.
En
çokta bayramları severdik.
Ramazan
bayramında el öpüp şeker toplamayı, kurban bayramında da et dağıtmayı severdik.
Büyüklerimiz bilirdi kimin kurban kesip kesmediğini. Bir de zarf
tutuştururlardı elimize, sıkı sıkı da tembih ederlerdi: Sakın yolda açmayın
zarfı. Mutlaka (Ayşe, Fatma, Zehra; isim fark etmez) teyzenin eline ver.
Uçarcasına dolanırdık mahalleyi bir uçtan diğer uca…
Ve
bahar gelirdi sonra… aylardan Nisan… Çiçeklenirdi doğa. Biz de çiçeklenirdik. Aylar
öncesinden başlamıştı hazırlık. Öyle ya; en büyük bayram bu bayram; Ata’mızdan
bize armağan… Stadyumda gösterimiz var. Kimimiz prens olduk, kimimiz prenses…
Kimimiz yavrukurt olduk kimimiz asker. Coşkuyla salladık bayraklarımızı,
sevgiyle, minnetle selamladık dünyada çocuklarına bayram hediye eden tek lider;
ulu önder Mustafa Kemal ATATÜRK’ü…
Ve
büyüdük; kara önlükler gitti önce, maviye boyandı okullar. Sevindik, Ata’mızın
gözlerinin rengidir diyerek. Kısa sürdü sevincimiz; formalara büründük. Her
okulun kendine ait bir rengi oldu. İlk ayrışmayı bu şekilde öğrendik. Her üç
yılda bir formamız değişmeye başladı. Rengimizi kaybetmeye başladık. Ve sonra kara
tahtayla birlikte kitaplar değişmeye başladı. Öğretmenlerimiz değişmeye
başladı…
Değişimin
ne olduğunu anlamaya çalışırken, artık andımızın da okunmayacağını öğrendik.
Andımızla
birlikte 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nı da kutlamayacağımızı
öğrendik.
İki
yıldır virüs var diye kutlamadığımızı düşünmek istiyorum ama ya ondan önce ve
daha önce ve daha önce ve daha önce…
Büyükler,
eskiden bana yalan söylemezlerdi. Şimdi, gözümün içine baka baka bana yalan
söylüyorlar. Onlar, elini kolunu sallaya sallaya dışarıda gezerken beni eve hapsediyorlar.
Marketler
tıkır tıkır işlerken, toplu taşıt araçları vızır vızır işlerken, Pazar
tezgahları kurulurken, fırıncılar gece gündüz çalışırken virüs dolaşmıyor da,
ben bayramımı kutlayacağım zaman mı yapışacak yakama.
Haberlerden
öğrendim, virüs havadan bulaşmıyormuş. Yakın temas olmadığı, elimizi yüzümüze,
gözümüze sürmediğimiz sürece virüs kapma ihtimalimiz yokmuş.
Ben,
Ata’sının izinde bir çocuğum. Çevreme ve kendime saygılıyım. Maskemi takarım,
sosyal mesafeye uyarım.
Çocuğum
ben, bayramımı kutlamak istiyorum.
Ellerimde
bayraklar ve balonlar, sokaklarda, caddelerde şen kahkahalarla dolaşmak
istiyorum…
Ve
sonraki yıllarda, daha önce olduğu gibi, kardeş ülkelerin çocuklarını da kendi
ülkemde, evimde ağırlamak istiyorum.
Ben,
Ata’mın bana armağan ettiği bayramımı geri istiyorum…
Ve ben şiir okumak istiyorum:
Çocuklar şarkı söylerken
Kanatlanır gökyüzüne
Melek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
Sarı saçlı, mavi gözlü
Bebek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
Bulut olur,
Gökkuşağı olur
Deniz olur.
Çocuklar şarkı söylerken
23 Nisanlarda
Pırıl pırıl saydam kanatlı
Kelebek olur.
Çocuklar şarkı söylerken
23 Nisanlarda
Dillerinde, gözlerinde
Yüreklerinde yalnızca
Bir dilek olur.
Teşekkürler Atatürk
Teşekkürler Atatürk.
23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk
Bayramı’nı kutlamayacaksam/ kutlayamayacaksam, ben büyümek istemiyorum
Şiir: M. Macit Taş/Çocukların Dileği
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder