GÜNÜMÜZ
ÖYKÜSÜ VE AYSEL YENİDOĞANAY GÖKÇELİK
.
İLKAY TUNA
Günümüzde öyküden söz etmek için biraz
da geçmişe bakmak gerekir. Edebiyat tarihimizde yer almış bütün öykücüler
yaşadıkları çağı, toplumu ve dönemi, insanı yansıtmakla beraber öykünün
evrimine de katkıda bulunmuşlardır. “Gerçekçi” Orhan Kemal, edebiyatın sokağa
açılan penceresi olarak tanımlanırken, 1950’ler ülkemizde Varoluşçu-Gerçeküstü
anlayışa yaslı öykülerin edebiyat dünyamıza hâkim olduğu bir zaman dilimidir.
Öte yandan o dönemde diğer bir önemli akım da sosyal gerçekçiliktir. Haldun
Taner ise, hem “entelektüel hikâye tarzı” nı hem de sosyal gerçekçileri tasvip
etmez. Çünkü o kendi deyimiyle “herkesin anlayabileceği halkçı bir üslup”
peşindedir. Çoğunlukla düz, sade bir anlatımı yeğler.
Bu dönemde Batı’da ise Varoluşçuluk,
Gerçeküstücülük ve Hiççilik akımları hüküm sürmektedir. Ülkemizde hala sosyal
gerçeklik ve köy edebiyatı anlayışı sürerken, Demir Özlü, Erdal Öz, Ferid
Edgü, Orhan Duru, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Bilge Karasu gibi isimler
Batı’daki yönelimleri benimsemişlerdir. Bu kuşak biraz da Sait Faik’le başlayan
bireyin yüceltilmesi tavrını ileriye taşımak, dünya ölçeğinde bir edebiyat
yapmak amacındadır. Kimi yorumcular ise bu tutumu “İlk Modernist çıkış” olarak
niteler. Bu yönelimin en önemli ismi ise Leyla Erbil’dir.
Sevim Burak ise Türk öykücülüğünün en
aykırı ve farklı seslerinden biridir. O öykülerinde tümüyle dilin “görüntü”
gücüne yaslanmaya çalışır. Biraz da dilin maddesini, cisimsel varlığını
önemser. Bu elbette sözün anlamını yitirdiğine ilişkin bir göndermedir. Dönemin
bir diğer önemli ismi ise Adalet Ağaoğlu’dur. Adalet Ağaoğlu’nun öyküleri
oldukça yoğun bir anlatım çeşitliliğine sahiptir. Bilinç akışı, iç monolog,
sembolik anlatım/soyutlama, anlatım çeşitlerinden bazılarıdır. Adalet Ağaoğlu
ile birlikte artık öyküde Postmodernizm yavaş yavaş kendini göstermeye
başlamaktadır.
Tomris Uyar’ın öykü yayınlamaya
başladığı 1970’ler öykücülüğümüzün altın yıllarına denk düşer. Daha sonra
edebiyat sahnesinde yerini alan Füruzan ise eleştirmenlerce övgü kazanmış,
öyküye hareket getirdiği yorumları yapılmış, genelin aksine ilk kitabı “Parasız
Yatılı” inanılmaz yoğun bir ilgi görmüştür.
Hulki Aktunç’u, öykücülüğümüzün dil
bilinci yüksek, yenilikçi, öncü çizgisi olan Vüs’at O. Bener, Tomris Uyar
çizgisi ile ilişkilendirmek daha gerçekçidir. Dönemin en çarpıcı isimlerinden
Ayfer Tunç ise kendi öykü evrenini kurarak, 1990 sonrası Türk öykücülüğünün öne
çıkan isimlerinden biri olmayı başarmıştır. Devamında Bekir Yıldız, İnci Aral,
Erendiz Atasü, Murathan Mungan, Nazlı Eray ve daha birçok isim öyküleriyle
edebiyat tarihimizde yerini alacaktır. Elbette hepsi bu kadar değil… Bu
isimlerin dışında sayamayacağımız kadar çok son derece değerli yazarlarımız
var. Hepsi bugünün öykücülerine ışık tutmuş, kalemleriyle çağını
aydınlatmışlardır. Dikkat çekici bir başka unsur da son yirmi yılda kadın öykü
yazarlarımızın sayısındaki artıştır. Bu, kadının gerek çalışma, gerekse sosyal
yaşama daha çok katılır olmasının, kadının her alanda olduğu gibi yazın
alanında da artık daha cesur davrandığının bir göstergesidir.
Öykü edebi tür olarak kabul edilmesinden
bu yana yaşam ve toplumla birlikte şekil değiştirip, gelişmiştir. Yazarın
içinde yaşadığı toplumdaki olaylar, değişimler öyküye de yansımaktadır. Öykü,
Aysel Y. Gökçelik’ in de söylediği gibi “Yaşamın aynasıdır.” Bu bağlamda 1980
sonrasının apolitik yaşam biçimi öyküye de yansımış, bireyselcilik ön plana
çıkmaya başlamıştır. Postmodernizmin her ne kadar apolitik olduğu düşüncesi
yaygın olsa da, tam olarak öyle olmadığı 90’lı yıllarda Suzan Samancı, Müge
İplikçi ve Cihan Aktaş’ın öykülerinde görülebilir. Geçmişin toplumcu öyküsü
aslında kendini kopyalarken, 90’lı yıllar farklılık ve çeşitliliğiyle kendini
göstermektedir. Çünkü çağ değişmektedir. Teknolojik hız baş döndürücü bir hal
almaktadır. Bilgiye ulaşmak teknolojik olanaklarla daha da kolaylaşmış, artık
“Küreselleşme” den söz edilmeye başlanmıştır. İletişimdeki gelişme daha çok
okuyan olmasa da daha çok bilen insanlar türetmeye başlamıştır. Köyde bile
internete ulaşılabilirlik söz konusu iken artık okuyucunun hala köy edebiyatı
ile ilgilenmesi elbette beklenilmemelidir. Murathan Mungan bir söyleşisinde
“…Artık Ömer Seyfettin, Sait Faik Çehov ya da Hemingway gibi değil, başka türlü
de öyküler yazılabilir. Zamanımızda öykü nasıl zenginleştirilebilir? Olay
anlatma dışında artık günümüz yazarı ve okuru da, pek çok farklı koldan akan
bilgilerle yüklü, donanmış durumda. Bu olanaktan yeni bir öykü dili doğabilir
mi? Benim amaçlarımdan bir tanesi, öyküleme dilini zenginleştirebilmek. Sosyal
bilimlerin ve siyasi malzemenin bize öğrettiklerini kullanarak
zenginleştirebilmek…” derken kendi “Hamlet ve Hitler” öyküsünü örnek
vererek “Diyelim ki kanepede uzanarak değil de, masada oturarak okunacak bir öykü.”
cümlesiyle aslında günümüz öyküsünün nasıl olması gerektiğini çarpıcı bir
şekilde ifade etmiştir.
“Kanepede uzanarak değil, masada
oturarak okunacak öykü…” Bu bence de çok önemli vurgudur. Bir anlamda, öykünün
içinde bulunduğumuz bilgi çağına uyum sağlaması, yazarın buna göre donanımını
arttırması gerekliliği, çok şey bilen okurun bilgi birikiminin gerisinde
kalmamaktan söz etmektedir.
Öykü, 2000’li yıllarda Postmodern
yaklaşımlarla birlikte yürüyen bireyci bir anlayışla anılmaya da başlanmıştır.
Günümüz dünyasında insan kentsel yaşamla birlikte kalabalıklar içinde yalnızlık
yaşamaktadır. 21 Yüzyıl aslında yalnızlıklar yüzyılıdır. Çağın getirdiği her
türlü erozyondan kendini koruma kaygısında olan yazar aslında acıklı bir savaş
vermektedir. Ondan az zamanda, kısa alanda, çok anlam içerebilmesi, üstelik
bunu çarpıcı bir biçimde yapması beklenmektedir. Çünkü okuyucunun kent
yaşamında zamanla yarışı vardır. Yazar diğer yandan toplumsal görevini de
yapmalıdır. İyiyi, güzeli, doğruyu göstermeli, kültürel erozyona sürüklenmeden
dilini korumalı hatta geliştirmelidir. Günümüz öykücüsü aslında gerçekten zor
durumda ve kaygılıdır.
Diğer yandan günümüz öyküsü hızlı
tüketen bir toplumda, dayatılan başka kültürlerin kıskacında büyüyen,
bilgisayar ve sınav yarışlarında hayata başlamadan yorulmuş, gelecekle ilgili
kaygıları olan umutsuz genç kuşağa da kendini gösterme savaşı vermektedir.
Kentsel ve yoğun tempolu yaşam biçiminin sıklığı, zamansızlık sorunu ile
ekonomik krizler, alım gücündeki azalma ile okuyucuyu etkilemiştir. Teknoloji
yine devreye girmiş ve e-kitabı yaratmış hatta Ayfer Tunç “Bir Maniniz Yoksa
Annem Size Gelecek” kitabını önce e-kitap olarak internette yayımlamış, daha
sonra baskı sürümünü piyasaya çıkarmıştır. Birçok yazar internet yayımcılığını
savunurken, Hasan Ali Toptaş sayfanın ağırlığını parmağında hissetmeyi seven,
kitabın altını çizmenin e-kitapta yapılamıyor olmasının bile basılı kitap
tercihinde bir neden olarak benimser. Pınar Kür de sanal yayımcılığa soğuk
bakanlardandır. Onca emek verilen bir şeye bir çırpıda ulaşmanın haksızlık
olduğunu düşünür. Bana göre de güzel olan sayfaları çevirebilmek ve kitabın
kokusudur. Kâğıda dokunmanın verdiği huzur hissi ve benim kitapla aramdaki
duygusal bağ ve tutkudur.
Bütün bunların yanı sıra, tüketim hızı
öyle bir noktaya gelmiştir ki, ne yazık ki yazar olabilmek artık reklam olduğu
zaman söz konusu olur haldedir. Geniş kitlelere ulaşmak iletişim ve pazarlama
tekniklerini kullanmakla mümkün olmaktadır. Yayınevinin maliyet giderlerine
katkınızın büyüklüğü oranında ve-veya bir kentin bütün ilan panolarını
kiralamışsanız, sizi ve ürününüzü tanıtacak bir menajeriniz varsa, televizyon
kanallarının her gün birinde yer alırsanız, büyük gazetelere kocaman ilanlar
verebiliyorsanız artık bir yazarsınız demektir. Neredeyse yazdıklarınız değil,
tanıtımınızdaki renklilik ve çeşitlilik hatta aykırılık sizi yazar yapmaktadır.
Popüler olmak gerekmekte bu da yazarla, Sibel Can, Dansöz Asena, Ankaralı
Turgut vs. arasındaki farkı neredeyse ortadan kaldırmaktadır. Önce popüler
olduğunuz kadar sizinle ilgilenilecek belki çok daha sonra ne yazdığınıza,
nasıl yazdığınıza bakılacaktır. Bütün bunları sağlayamıyorsanız veya
karşıysanız kimse sizi tanımak istemeyecek, bir kenarda kalmaya mahkûm
olacaksınız demektir.
Ödül içeren yarışmalarsa artık
inandırıcılığını yitirmiştir. İnci Aral, “Unutmak” isimli biyografik kitabında
yarışmalardaki ahbap çavuş ilişkilerini, ciddiyetsizlikleri ve torpil kavramını
sert bir şekilde gözler önüne sermekte, yayıncısının kendisinin haberi
olmaksızın gönderdiği bir kitabının dışında, hiçbir ödüllü yarışmaya
kitaplarını sokmadığından söz etmektedir. Öykücü derin bir umutsuzluk ve kaygı
içinde eser üretmektedir. Belki de bu kaygılardan dolayı günümüzde çoğalan
dergilerle “Dergi Öykücülüğü”nden söz edilmeye başlanmıştır. “Dergi Öykücülüğü
mü, Öykü Dergiciliği mi?” sorusu ise ayrıca araştırılması, incelenmesi gereken
bir konudur. Bir yandan özveriyle, üretimi destekleyen, yeni yazarlarla ve
öykülerle karşılaştırıcı fayda sağlayan öykü dergileri diğer yandan da
neredeyse sadece yazan kişilerle kısıtlı kalmıştır. Ulaşılan kitle zaten
öykünün içinde olanların, diğer içindekilerle buluşma noktası olmaktan öteye
gidememekte, okuyucu bütün çabalara karşın çemberin dışında kalmakta ve yine
tanıtım ve pazarlama sorunu karşımıza dikilmektedir.
Bütün bu olumsuzluklar içinde yine de
öyküler yazılmaktadır. Doğuştan gelen o yaratıcı dürtüye sahip olanlar yine de
yazmaktadır. Toplumun içinde olan biteni, yüreğinin içindekileri sessizce dışa
vurmaktadır. Tıpkı Aysel Y. Gökçelik gibi…
Gökçelik yaşadığı kentin her alanındadır
bir dönem… Aktivist ve muhalif yapısı O’nu, an gelir meydanlarda, yollarda, an
gelir açlık grevi yapanların, güçsüzün, ezilenin yanında yer aldırır. Uzun bir
gazetecilik dönemi de vardır Gökçelik’ in. Yazdıklarını ilk olarak gazetelerde
paylaşır. Sanat sayfası yönetmenidir. Damar Dergisi’nin Adana temsilciliğini
üstlenir. Gazete sayfaları yetmez olduğunda, TINI Edebiyat Dergisi’ni çıkarır,
yetmez yayınevini kurar, o da yetmez Tını Sanat Evi’ni sanatseverlerin
hizmetine açar.
Aysel Y.Gökçelik’ in şair kimliği, yazar
kimliğinin bir adım önünde olsa da aslında öykücülüğü çok daha eskidir. İlk
olarak Gönlüm Bir Deli Poyraz (1991) ve Bana Gözlerini Susma (1997) adlı şiir
kitaplarının yayımlanması Gökçelik’ in daha çok şair olarak tanınmasına neden
olmuştur. “Şiire sevdalı, öyküye vurgun” olarak kendini tanımlayan sanatçı
Ölmeyi Öğret Bana (1997, 2.Baskı 2005), Kanatılmış Karanfiller (2005) ve son
olarak Annemin Aynası (2009) isimli öykü kitaplarını yayımlar.
Sevim Yazar, Damar Dergisi’nin 144.
sayısındaki bir yazısında Gökçelik’ in şiir ve öykülerinden söz ederken, akıcı
anlatımı içindeki dil ustalığından dem vurur ve kalemini “Yürekli, içtenlikli,
sevgi dolu” olarak tarifler. Oysa yürekliliği yüreğini sızlatmaktadır Gökçelik’
in… Damar Dergisi 174. sayısı (2005) için Cemile Çavdar’ın kendisiyle yaptığı
röportajda içini dökmekte, sözünü sakınmamaktadır. Yazar olmanın hayal
kırıklığı ile eş anlamlılığını vurgulamakta, “Çok satan yazar” tanımını
eleştirmekte, belli kişi ve çevrelerce desteklenmediği, popüler kültürün içinde
yer almadığı sürece yazarın yok sayıldığından söz etmektedir. Oysa 1998’de,
Ölmeyi Öğret Bana adlı öykü kitabı, Orhan Kemal Öykü Ödülleri Yarışması’nda 3.
lüğe değer bulunmuştur. Bu konuda tek bir satıra rastlayamamasını yine popüler
kültürü reddetmesine ve edebiyat dünyasındaki ayrımcı yaklaşıma bağlar. Çok
satan yazarların tanıtımlarındaki dikkat çekmek adına yaptıkları aşırılıklardan
örnekler verir. Çok satmanın ölçü olmadığını verilerle anlatır Gökçelik.
Yayınevlerinin tutumlarını eleştirir. Derneklerin “Taşra” ayrımcılığına sitem
eder. Haklıdır da… Günümüzde de artarak devam eden bu çılgınca tüketmenin
etkileri edebiyata çoktan bulaşmıştır. Bir yazarın eserini bastırabilmesi için
popüler olması neredeyse şart olmuştur. Dernekler ve edebiyat çevrelerince
İstanbul’un dışında yaşamanın taşralılık olarak görülmesi ise artık bana göre
de çağdışı bir mantıktır. İletişim teknolojisindeki inanılmaz gelişim dünyayı
küresel bir köy yaparken, hala İstanbul dışında yaşıyor ve yazıyor olmaya
“Taşra” lı olarak bakılması ve küçümsenmesini anlamak olası değildir.
Aysel Y. Gökçelik de eserler üretip
unutulan ya da yok sayılan birçok öykücü gibi zaman zaman kırılsa da her şeye
karşın yazmaya devam eder. Zamansız Bir Mevsim (*) adlı öyküsünde ansızın
geliveren bir sevdanın çelişkilerinin arasına “…Bir gün her şey bitecek,
değişime uğrayacak evren. Bir başkası tutuverecek bıraktığımız yerden. Kavga
biter mi bilemem ama yüreğimin çatışması durulur: Topluma olan borcumun büyük
bir bölümünü ödemiş olurum.” diyerek kırgınlığını da usulca iliştiriverir
satırlarına… Her gün bakıp görmezden geldiğimiz insanları, farkında bile
olmadığımız kadın savaşları, kadının bazen güç aldığı bazen başkaldırmaya
ittiği erkeği yazar. Arka sokaklarda, evlerin pencerelerinin gerisinde olup
bitenleri, Akdeniz kentlerinin buğulu, sıcak caddelerini, göçe yenilmiş
insanların dramatik yaşamlarından kesitler aktarır.
Aysel Y.Gökçelik öykülerinde ön planda
olan kadın bazen kentli, bazen kırsalda karşımıza çıkar. Öykülerin sergilendiği
tablo ne olursa olsun, kentlerin ya da kırsal bölgelerin kenarda köşede kalmış,
itilmiş, hatta yok sayılan, görmezden gelinen kesimlerinden gösterilen insan
fotoğrafları kılıç gibi keskin bir kalemden süzülüp okurun yüreğini kanatan
yüzleşmeler sergiler. Geri plandaki erkek karakterler, kadın kahramanın
yaşamını -Çoğu zaman olumsuz yönde- şekillendirirken, biraz da kadın olmanın
gerektirdiği savaşçı, direnişçi, sorgulayıcı yanların ortaya çıkmasına neden
olur. Gökçelik, bazı öykülerinde kent kadınını konu ediyorsa da, emekçi ve
eylemci kadınla da ilgilidir. Töre kıskacındaki kadının acısını, hiçbir yerde
yazılı olmayan ama uyulması şart olan kuralların kahramanlarının çaresizliğini
çarpıcı bir şekilde yansıtır.
Aysel Y. Gökçelik’ in öyküleri öylesine
net resimlerle sunulur ki neredeyse sinema tadında sahneler resmedilir o
öykülerde… Nilgün (*) adlı öyküsünde; “Duvara fırlatılan bardaklarla
savrulan yaşamını yakalamaya çalışıyor. Tuzla buz olan kristal parçacıklarda
kendi yansımasının kırılarak çoğaldığını görüyor. Gözlerinin ya da dudaklarının
olmadığı görüntüler. Yarım, üçgen, beşgen yansımalar… Parmak uçlarıyla
dokunuyor cam kırıklarına. Okşuyor onları. Tek tek avucuna koyuyor. Coşkulanıyor.”
O’nun satırları cisimlere, görüntülere dönüşür, olaylar, insanlar gözünüzün
önünde şerit halinde akıp gider.
Gökçelik’ in kadınları ilk bakışta
yaşamın getirdiklerine boyun eğmiş gibi görünseler de, geri planda kaderine
karşı çıkışın, dayatılan kurallarla savaşmanın, ezilmeye başkaldırışın bazen
hüzünlü, bazen dramatik, bazen dehşetli örneklerini yaşar ve yaşatırlar.
Aşkın da sorgucusudur Aysel Y. Gökçelik.
Aşkın her hali bulunabilir O’nun satırlarında… Beklerken’ deki (*) gibi umutsuz
bir aşkın şiirsel dili olur: “Dışarıdan bakıldığında çağlayanların coşkusunu
andıran bir dünyayım. Suyun ritmik büyüsüne kapılan, güneş boyu süzülen bir
yelkenli… Gün kendini tüketirken benim coşkum da tükenir. Ona, o beklenene
doğru akamamanın acısı çavlanlaşır. Büyüdükçe acı, bilinmeyen denizlere doğru
sürüklenirim.” Anlatımındaki çarpıcılık ve keskin dili ister istemez yüzleşmeyi
getirir. İmgelerin güzelleştirdiği ama gölgeleyemediği gerçekçi anlatımı
kaçılan, korkulan, yok sayılanla sert ve kaçınılmaz yüzleşmeler yaşatır.
Günümüz öykücüleri arasındadır aslında
Aysel Y. Gökçelik… Aysel Y. Gökçelik, Çukurova’dan parlayan bir
"Kadın" yıldız. Yazmak için doğmuş, tıpkı kısa öyküde devrim yaratan
Catherine Mansfield gibi "Yazmak için yaşayan", yaşam enerjisini
yazmaktan alan bir anlatıcı. Kadının her halini yaşamış, bilen, gören,
duyumsayan bir bilge, bir usta.
Tarihin gözleri bir gün gerçeği görecek,
“Yatmadan Önce Yüz Fırça Darbesi” ile gerçek sanatı, popüler kültürün getirdiği
ile gerçek yazarı birbirinden ayıracak ve hak ettiği yere koyacaktır.
Dipnot:
Necip Tosun’un Günümüz Öyküsü ile ilgili
denemelerinden,
Miraç Zeynep Özkartal, Milliyet.com.tr-
Kitap (6.temmuz.2007) e- Kitap yazısından,
İlkay Tuna, Tay Dergisi, Eylül-Aralık
2009 sayısında yayımlanan
Annemin Aynası’nda Parlayan Yıldız:
Aysel Y. Gökçelik yazısından yararlanılmıştır.
(*) Ölmeyi Öğret Bana, Aysel Y.Gökçelik,
Damar Yayınları, 2005 (2. Baskı)
(*) Annemin Aynası (Nilgün.sy 37), Zemge
Yayınları, 2009
(*) Annemin Aynası (Beklerken, sy 23),
Zemge Yayınları, 2009
(Söke Öykü Roman/ Adana’da Öykü, Roman/
Mayıs-Haziran 2010 sayısında yayınlanmıştır. )
www.mevsimsiz.net © 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder