19 Eylül 2022 Pazartesi

YAZARLIK DÜŞLERİMİN İLK KAHRAMANI: YAŞAR KEMAL

 


 

Günün ilk saatleriydi. Bardaktan boşanırcasına yağıyordu yağmur. Elimde ağırlık yapmasını istemediğimden semsiye almamıştım yanıma. Nasıl olsa yaz yağmurudur bu kesilir az sonra, diye düşünmüştüm.

Ne yazık ki kesilmemişti. Dolmuş da bulamamıştım. Böyle bir havada boş taksi bulmak milli piyangodan büyük ikramiyeyi kazanmak gibi bir şey.

Adamakıllı ıslanmama karşın içimdeki heyecanı bastıramıyordum.

Yazarlık düşlerimin ilk kahramanıyla tanışacaktım; az şey mi bu?

 Kaldığı otele vardığımda gazeteci arkadaşımız Aydın Caner’in lobide olduğunu görünce derin bir nefes aldım. Aydın Caner Yeni Adana gazetesi adına söyleşi yapacaktı, bende sanat sayfasına yönelik hazırlamıştım soruları.

 Resepsiyon görevlisiyle kısa bir görüşmenin ardından yemek salonunda beklendiğimizi öğrendik.

Yukarı çıktık. Oldukça kalabalıktı salon. Seyhan Belediyesi 3. Kültür Şenliği için Adana’ya gelen sanatçıların hepsini bir arada görme olasılığı vardı. Hafif bir müzik eşliğinde, neşeli bir ortamda kahvaltı ediliyordu.

 O günkü programda Sanatçılar Parkındaki anıtın açılışı vardı. Daha sonra Turhan Selçuk’un karikatür, Bedri Baykam’ın resim sergilerinin açılış kokteyli verilecekti. Bir de İlhan Selçuk ve Erdal Atabek’in söyleşileri yer alıyordu.

Dipteki masaya doğru ilerledik. Aydın Caner İlhan Selçuk ile tanıştırdı beni. İlhan Selçuk ile Aydın Caner bir süre kader birliği etmişler. İkisi tanıdık bir sohbete koyuluyorlar. Bu arada kitabımı imzalayıp İlhan Selçuk’a veriyorum. Köşe yazarlığı üzerine konuşuyoruz. Zorluğu, kolaylığı ve de sevme olayı üzerinde duruyoruz. Sevmeden hiçbir işin zorluğuna katlanılamayacağı gerçeği bir kez daha çıkıyor ortaya.

Gözlerim Yaşar Kemal’i arıyor. Görünürlerde yok. Yan tarafta Halil Ergün oturuyor. Ön tarafta Bedri Baykam ve bayan rehberi. Bedri Baykam’ın önünde, ayakta biri duruyor. Sırtı bize dönük. Davudi bir sesle konuşan iri yapılı biri. Sonra tok bir kahkaha ile masamıza yöneliyor. Ben nefesimi tutmak zorunda kalıyorum: Yaşar Kemal bu!

Tanışıyoruz. İlklerin heyecanıyla sunuyorum “Gönlüm Bir Deli Poyraz”ı

Bu arada, Turhan Selçuk ve Erdal Atabek geliyor bulunduğumuz masaya. Koyu bir sohbet başlıyor. Aydın Caner bu arada teybi çalıştırmış, sorularını yöneltiyor Yaşar Kemal’e. Röportaj bitmek üzere. Bir soru çekmişti ilgimi. Hem de uzunca bir soru ve ardından gelen uzunca yanıt…

Sorunun bir bölümü şöyleydi:

“…. Acaba, eşi Türkiye’de az bulunan Yeni Adana gibi tarihi çok eskilere dayanan gazetelerin varlıklarını, yaşamlarını sürdürebilmeleri için, devlet bir şeyler yapamaz mı? Ya da kurulacak bir vakıf tarafından koruma altına alınamaz mı?”

Yaşar Kemal’in yanıtı:

“Türk basını şu anda Türkiye’ye layık olmayan bir basındır. Dünyadaki birçok gazetelerin en değerli sayfaları kültür ve sanat sayfalarıdır. Ben magazin ağırlıklı bazı gazeteler için,

 

Adana tabiriyle magazin deli kızın donudur,  diyorum.

 

Örneğin; Türkiye’deki herhangi bir arabesk sanatçısı Türk basını için, dünyanın en büyük piyanistlerinden biri olan İdil Biret’ten daha önemlidir. Yine diyelim ki bir Ajda Pekkan, bir İbrahim Tatlıses de Türk basını için bir Ayla Erduran’dan, bir Suna Kan’dan çok daha değerlidir.

(……) Bizim edebiyatımız bugün dünyanın tanınmış edebiyatlarındandır. Yalnız ne Yaşar Kemal’dir ne Aziz Nesin’dir ne de Orhan Kemal’dir. Yani tüm dünyada eserleri çıkanlar bunlar değildir. Bir sürü gençlerimizin de kitapları çıkıyor dünyada. Türk edebiyatı yavaş yavaş enternasyonal bir konuma giriyor ki bu en büyük şairimiz Mazım Hikmet ile başladı.

(….) Herhangi bir Türk gazetesinde hiçbir zaman ciddi bir sanat, kültür sayfası yoktur. Türk gazeteleri maalesef sanatı, kültürü ciddiye almıyor. Oysa bir gazetenin, özellikle haber, röportaj, fotoğraf nasıl özsel ögeleriyse, kültür ve sanat da dünyadaki iyi gazetelerin özsel ögelerindendir. Bizimkilerin özel ögeleri ise sadece baldır bacak, sadece kötü müzik. İlaveten kötü edebiyat diyemiyorum, edebiyatın kötüsüne bile yüz vermiyorlar.

(….) Yemi Adana’yı senelerce izledim. Kurtuluş savaşındaki tutumundan, çizgisinde değişiklik yapmadığını gördüm. Yeni Adana’nın şerefli mazisi ve bugünkü durumu Adana’nın insanlarına kalıyor. Nasıl ki sanatçılara anıt yapılıyorsa, Yeni Adana gazetesini de bir kültür anıtı sayabiliriz. Yardım edilmesi gerekir. Vakıflar kurulmalı, kuruluşlar harekete geçmeli ve Yeni Adana layık biçimde yaşatılmalıdır. Bu herkesin ve hepimizin ödevi olmalıdır.”

Bu arada bir telefon geliyor Yaşar Kemal’e. Konuşması bitince hemen bir soru yöneltiyorum ona. Aslında sorudan çok bir merak benimkisi. “ Al Gözüm Seyreyle Salih” adlı romanını ne kadar sürede yazdığını öğrenmek istiyorum. Aldığım yanıt oldukça şaşırtıyor beni: “Dört buçuk ay!”

Bir kitap düşünün; 415 sayfa ve 12 punto ile dizilmiş. Ve bu kitap 4,5 ay gibi kısa bir sürede bitiyor. “Al Gözüm Seyreyle Salih” in doğumunu anlatıyor Yaşar Kemal:

“İstanbul’da başladım bu kitaba. 150 sayfasını yazdım. Sonra Şile’ye gittim. Oradaki çocuğu tanıdım orda. O demirci arkadaşım; demirci Turan vardı. Ondan sonra o 150 sayfayı yırttım. O 150 sayfaya iki-üç ay çalışmıştım. Oturdum o 150 sayfayı iyice yırttım. Çöp sepetine de atmadım. Yaktım hepsini ele geçmesin diye. Sonra oturdum yeniden yazdım bu kitabı…”

Merakımı yenemeyip yeniden soruyorum: Böylesine kısa sürede yazma olayı tüm kitaplarınız için geçerli mi? Şunu itiraf etmeliyim ki Al Gözüm Seyreyle Salih, binlerce ayrıntının bir araya geldiği çok güzel bir kitap…

Tümcem tamamlanmamıştı ki tam bir Adanalı gibi gülüyor Yaşar Kemal: “Bana göre de çok güzel bir kitap!” diyor. Sonra içecek bir şeyler istiyor garsondan. Konuşmayı sürdürmek istiyorum:

—Öykülerimi yazarken pek sabrım olmuyor.  Başladığım yazı çabuk bitsin istiyorum. O kadar ayrıntıya girmek, onları yerli yerine oturtmak… Biliyorum, burada sabır çok önemli. Çoğu zaman üzerinde iki-üç ay çalıştıklarımı yırtıp atıyorum. Ama bu kez umutsuzluğa düşüyorum. Benim gibi yolun başında olanlara ne önerirsiniz?

 Yaşar Kemal’den önce İlhan Selçuk alıyor sözü: “Benim gördüğüm Yaşar Kemal bir kuyumcu gibi işliyor kelimeleri…”

 O davudi ses tonuyla yeniden gülüyor Yaşar Kemal ve soruma bir açıklık getiriyor:

“Dur, dur! Al Gözüm Seyreyle Salih’i ölçü olarak alma. Bir kitap dört ayda bittiği gibi dört yılda da bitmeyebilir. Mesela son kitabım KİMSECİK 4,5 yıl sürdü. Omu biraz daha ince işledim…”

Yeniden gülüşmeler oluyor. Bu yanıt karşısında biraz olsun rahatlıyorum. Yazma olayında en önemli etkenin irade olduğu bir kez daha kanıtlanmış oluyor. İrade ve sabır birleşince başarılı olmamak için hiçbir neden yok. Önemli olan pes etmemek. Konuya yoğunlaştıktan sonra geriye yalnızca yazmak kalıyor.

Zamanımızın geri kalan bölümünde soru yöneltmiyorum. Sohbet ediyoruz. Aydın Caner bir ara İlhan Selçuk’a soruyor:

“Yaşar Kemal mi yoksa siz mi daha büyüksünüz?”

 İlhan Selçuk şaka yollu yanıtlıyor:

“Yaşar Kemal yaşça benden büyük ama akıl yönünden ben ondan daha büyüğüm…”

Gülüşmeler oluyor. Sohbete katılmış görünüyorum ama aklım Yaşar Kemal’ e daha önce sorulan bir soruda takılı kalmış: “Yani 1973’ten beri Nobel Edebiyat Ödülü’ne adaylığınız sürüyor ve siz yaşadığınız sürece adaylığınız da sürecek öyle mi?”  Yanıt: “Tabi, her yıl adayım…”

 Sohbetimiz sona eriyor. Teşekkür edip ayrılıyoruz. Dışarıda alabildiğine güneşli bir gün. Hafiften yağmur serpiştiriyor gökyüzü. Sınırsız bir coşku sarıyor yüreğimi. Ve bir dilek boy veriyor yüreğimin koyaklarında:

—Umarım Nobel Edebiyat ödülünü Yaşar Kemal kazanır bu kez…(1992)

 

 

 

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder