11 Kasım 2021 Perşembe

KADINLARIN DİNMEYEN ÇIĞLIĞI: ÖLMEK İSTEMİYORUM!


  

tütülerimi çıkarıp geldim

kapımın önünde bıçakladınız beni

kopya çekerken yakaladım sizi

odamda bıçakladınız beni

bir tas sıcak çorba verdim

merdiven boşluğunda bıçakladınız beni

aşk bitti ayrılmak istedim

çocuğumun önünde bıçakladınız beni

 

Bu dizeler Çığlığıma Ses Ver kitabımdan. Ve o kitapta 52 sayfa boyunca kadınlar ve çocuklar kendi çığlıklarına ses arıyor.

Ne yazık ki biz çığlıklarımız yankılansın diye direndikçe canımızı daha da çok acıtıyorlar. Her gün ama her gün öldürülüyor kadınlar. Kadın mezarlığına döndü ülke. Ateş düşüyor ocaklara, ağıtlar yükseliyor dört bir yandan. Kaybolan, bulunamayan, kaçırılan kadınları saymıyorum bile.

 “Can Göktuğ Boz, hakimlikteki ifadesinde, olay günü sinirli ve moralinin bozuk olduğunu, bir anlık öfkeyle istemeden yaptığını, daha kolay olduğu için bir kadını öldürmeyi tercih ettiğini anlattı.

Şüpheli, Başak Cengiz'i tanımadığını, olayda kullandığı kılıcı çantasında taşıdığını, maktulü gördükten sonra arkasından yürüdüğünü ve çantasındaki kılıcı çıkartarak 4 kez sapladığını hatırladığını belirterek, sonrasında eve gittiğinde üzüntüsü ve moral bozukluğunun geçtiğini, normalde böyle bir insan olmadığını, kendisine şaşırdığını ve pişman olduğunu söyledi.”(Milliyet Haber)

Ve devamında şöyle diyor fail: “Bana direnemez diye kadını seçtim.”

 

Yani kendi güçsüzlüğünün farkında fail/failler ve ellerindeki silahlara güvenerek kadınların naifliğini kullanarak güç gösterisinde bulunuyorlar.

Başak Cengiz, katilin canı öldürmek istediği için öldürüldü .

Ceren Özdemir’de bu şekilde öldürülmüştü. Katilin canı sıkkındı, bir kadını öldüreyim de can sıkıntım geçsin, diyor.

 

Hayatımız, ruh hastalarının radarına girip girmeme çizgisinde şekillenecek kadar değersiz. Bugün Başak Cengiz sadece savunmasız olduğu için öldürüldü. Bugün katilin canı onu öldürmeyi seçtiği için öldürüldü. Bugün Başak Cengiz, yarın sen, ben, o…

Yolda yürürken, evlerinde, işyerlerinde; kadınların hayatı her yerde tehlikede. Kadınları yaşatmak için yasalar etkin uygulanmadığı sürece bu ruh hastaları hep aramızda dolaşacaklar.

Hukukun caydırıcılığının kalmadığı, suçluların hak ettiği cezayı almadığı bu ortamda hepimiz potansiyel Başak Cengiz'iz. Tek farkımız, o gün, o saatte, o sokakta olmamamız.

 

 

 

 

İstanbul Sözleşmesini kaldırmak için mecliste günlerce gündem oluşturan kadınlar; neden sesiniz çıkmıyor?

Bakın ne diyor Başak Cengiz’i öldüren katil: "Birini öldürmeyi planladım, düşündüm ki kadın direnemez o yüzden onu öldürdüm…"

Bakın, kadınlar için  “güçsüz” diyor, “dirençsiz” diyor katil.

Mecliste beni/bizi temsil eden, “güçlü gibi” görünen kadınlar; gerçekte güçsüz müsünüz?

Bir katille karşılaştığınızda direnebilecek misiniz?

Kendinizi bir an için öldürülen kadınların yerine koyun ve ölenin siz olduğunu düşünün; düşüncesi bile kötü değil mi?

O halde ayağa kalkın ve güçlü kadın olduğunuzu kanıtlayın! Daha fazla ölmemek için mücadelemize destek olun!

Kadın katliamını sonlandırmanın tek yolu caydırıcı cezalar, yasaların etkin uygulanması ve İSTANBUL SÖZLEŞMESİ!

Artık kadınların “ölmek istemiyorum” çığlıklarını duymak istemiyoruz.

Artık hiçbir kadının haberlerde bir sayıya dönüşmesini istemiyoruz.

Artık hiçbir kadınının adını hashtag olarak görmek istemiyoruz.

Ve bu ülkeyi “ölen kadınlar mezarlığı” olarak değil; “gülen kadınlar cenneti” olarak görmek istiyoruz.

Ve unutmayın; İSTANBUL SÖZLEŞMESİ YAŞATIR!

Hadi! Ses olun çığlıklara. Kadınlar ve çocuklar güldükçe güzelleşir dünya…

 

 

 



5 Kasım 2021 Cuma

ARZU KÖK’E SORULAR
























 


                                                                  

Bugün dünya gündeminden sıyrılıp, ülkemin yürekli kadınlarından biriyle; “ben yazmaya döndüm yüzümü diyen Arzu Kök ile söyleştik.

Arzu Kök; bir yazar, şair, gazeteci; Özgür Sanatçılar Derneği Başkanı ve Başkent Postası’nda “Sanatattan Yansımalar” programının yapımcı ve sunucusu.

Arzu Kök her ne kadar yazmaya döndürse de yüzünü, aydınlık yüreğiyle gençlerin önünü açıyor. Sanatla tanıştırıyor onları, tiyatroyla buluşturuyor ve en önemlisi hayatın sanatla güzelleşeceğini anlatıyor onlara ve bir çocuğun masumiyet ve bilgeliğinde bakmaktır hayal gücü” diyerek,  o güç ile düşlerini gerçekleştirmeleri için motive ediyor.

 

 

-Sevgili Arzu Kök; şair ve yazar olarak tanıyoruz seni. Yeni tanıyacaklar için Arzu Kök kimdir?

Bir insana sorulabilecek en zor soru ile başladınız. Çünkü bir insanın kendisini anlatabilmesi gerçek anlamda zordur. İlk etapta insanı şaşkına çeviren, ne diyeceğini bilemez hale getiren bir soru bu. Nasıl tanıtmalıyım kendimi bilemiyorum. Kısaca şöyle anlatayım; ; Hatay/İskenderun’da doğup toprak ve deniz kokusuyla büyümüş ve ikisine de aşık biriyim. İlk -ota-lise eğitimimi İskenderun’da aldıktan sonra Ankara Üniversitesinde Matematik okudum. Üniversite ile başlayan ve yıllardır süregelen bir Ankaralıyım. İlk-orta ve lise çağlarımda başlayan okuma sevdam ve sonrasında aldığım ilçe, il ve Türkiye çapındaki derecelerim ile hız kazandı bu serüven. Uzun yıllar Ulus Gazetesinde köşe yazarlığı yaptım. Pek çok dergide şiir ve makalelerim yayınlandı. Hâlâ da okumaya ve yazmaya devam ediyorum. Ben kendimi çok okuyan az yazan biri olarak tanımlarım genelde. Çünkü okudukça doluyor, doldukça boşalıyor ve yazıyorsunuz. Özgür Sanatçılar Derneği Başkanı’yım. Başkent Postası Tv de ‘Sanattan Yansımalar’ isimli bir program yapıyorum.

-“Yazmasam deli olacaktım” der Sait Faik Abasıyanık. Sanal gerçekliğin yaşandığı günümüzde, kitap okuyucusunun az olduğunu bile bile yazmak delilik değil midir? Peki neden yazıyoruz?

Yazmak ve deli olmak… Bir de “Yazmasam deli olacaktım” der ya Sait Faik, yazınca delirmedim de demek değildir bu. Her yazar, şair içinde bir yabancıyı barındırır aslında. Yazmak eylemi de o yabancıya ulaşabilmek, kendi kendisiyle hasbihal etmektir.  Çoğu zaman başladığınız yazı da bir bilinmeyendir. Elinize kalemi aldığınızda ortaya ne çıkacak bilemezsiniz çoğu zaman. Ne kadar netim deseniz de çok farklı şeyler çıkabilir ortaya. Yazı, yel gibi gelir, çıplaktır…

Sinirbilim uzmanı ve ‘Karar Anı’ kitabıyla dünya çapında tanınan bir isim olan Jonah Lehrer, ilham mitini ve yaratıcılığın öğretilebilirliğini de dikkate alarak daha yalın bir fikir sunuyor. ‘Hayal Et’ isimli çalışmasında: Bir çocuk gibi düşünerek basitlikten ya da monotonluktan, yaratıcı sürece erişme aşamalarını örneklerle inceliyor. Bu çalışmayı öneririm herkese öncelikle. Gerçekten de bir çocuğun masumiyet ve bilgeliğinde bakmaktır hayal gücü ve o güç ile yazmak bana göre.

İnsan kendi tarihi boyunca hep gerçek yüzünü aramıştır. Bu onun geçiciliğine olan başkaldırısıdır aynı zamanda. El izlerini mağaraya bırakan insanla, bugün tuşlara basarak yazdıklarımız arasında güçlü bir arzu bağı vardır. İletişim sembolleri değişir, ancak insanın var olma istenci hep süre gelir. Bu arayış bizim ruhumuzun atom çekirdeğidir. Ve bu arayıştır belki de besleyen hayal gücümüzü. Zira bu arayış, soru sormayı ve bu sorulara kimsenin aklına gelemeyecek yanıtlar verebilmektir birazda. Ben ve tüm yazar, şairler de o soruların yanıtlarının peşindeyiz. Arıyoruz, bulabildiklerimizi paylaşıyoruz okurla. Bu arayışa ortak etmektir biraz da yazarlık.

Ben yazmaya döndüm yüzümü. Çünkü beni en iyi satırlarım anlar ve onlardan vazgeçemem. Okunsa da okunmasa da kitaplarım ben ömrüm yettiğince yazacağım.

 

-Yırtık Uçurtma, Geleceğini Vuran Ülke ve Batan Gemi kitaplarından söz eder misin?

“Yırtık Uçurtma” benim ilk kitabım. Bir şiir kitabıdır. Bu kitabın çıkışının hızlanmasının nedeni de Mahmut Makal’dır. Sürekli yazdığım şiirlerimi kitaplaştırmam konusunda ısrar ediyordu. Ancak o süreçte Mahmut Hocam rahatsızlandı ve hastaneye kaldırıldı. Ben de kitabımı mutlaka görmeli diyerek biraz da acele ile çıkardım şiir kitabımı. Benim elimde değil ama yoğun bakım odasında Naciye Makal tarafından gösterildi kendisine kitap. Bu anlamda da çok mutluyum, an azından ölmeden önce kendisine yetiştirebildim. Gerçi eline alsın, yorumlayabilsin çok isterdim ama hem benim tembelliğim hem de onun ömrünün vefa etmemesi nedeniyle olması. İlk kitabımdı, üstelik şiir okunmayan bir ülkede çok sattı. İlk baskısı benim bile elimde iki tane kaldı. İlk baskısı tükendi, yeni baskısı da yapılmadı henüz.

“Batan Gemi” benim yıllardır, gazete ve internet sitelerinde yazdığım köşe yazılarından oluşuyor. Her gün aklımızın ve vicdanımızın sınırlarını zorlayan nice olaya tanık oluyoruz. Belli toplumsal sorumluluğa ulaşamamış olmanın sanırım bunlar. Oysa istiyoruz ki memleket meseleleri derdimiz olsun, istiyoruz ki okuduklarımızda, izlediklerimizde, duyduklarımızda memleketimizden insan manzaraları olsun. İşte bu kitabımda bunlar var. Okuyucuların kendinden çok şey bulacağından eminim.

“Geleceğini Vuran Ülke (Öldürülen Öğretmenlerimiz 1921-2021)” kitabımda da adından da anlaşılacağı üzere öldürülen öğretmenlerimiz var. Yıllar önce bir köşe yazısı için öldürülen öğretmenlerimizin listesine ulaşmak istedim. Ancak ülkemizde 200’ün üzerinde sendika ve dernek olmasına rağmen bu listeye hiçbirinden ulaşamadım. Bunun üzerine kendime görev edindim ve bu çalışmayı yaptım. Uzun araştırmalardan sonra arşiv taramaları da yaparak bir liste çıkardım ve tarihe tanıklık olması açısından bir kitap haline getirdim. Listede yaptığım araştırmalarda adına ulaşamadığım öğretmenlerimiz de vardır mutlaka. Buradan sesleniyorum herkese; eğer bu listede adı unutulanlar varsa bana bildirsinler ki yeni baskıda onları da ekleyelim ve gerçek bir belge niteliğinde tarih belleğimize kaydedelim. Bence herkesin arşivinde bulunması gereken, özellikle de eğitim dernek ve sendikaların edinmesi gereken, hatta üyelerine dağıtması gereken bir kitap olduğunu düşünüyorum.

 

-Dünya geneline baktığımızda, gelişmiş ülkelerde okuma oranı çok yüksek. Öyle ki otomat kütüphaneler bile kurulmuş cadde ve sokaklara. Sence ülkemizde okuma oranı neden düşük?

TÜİK’te açıklanan rapora göre Türkiye‘de kitap okuma oranı yüzde 0,1’dir. Ülkemizde kitap okumak için ayırdığımız süre günde 1 dakika olup televizyon izlemek için ayırdığımız süre ise 6 saattir. Bu sonuçlar bile durumun vahametini gösteriyor bizlere.

Kitap okuma oranının Türkiye’de düşük olmasının birçok nedeni vardır. Bu nedenlerin en başında ilk olarak okuma yazma oranının azlığı gösterilirdi. Ancak ülkemizde okuma yazma oranı artık eskisi gibi değil, yine de kitap okuma oranı çok düşük. Bence en büyük sebep küçük yaşlardan itibaren kitap okumanın bir zorunlulukmuş gibi hissettirilmesidir. Çünkü psikolojik yönden bir şeyi yapmak zorunda olmak o işten zevk alınmamasına neden olur. Bu bağlamdan yola çıkıldığında ise zorunluluk kapsamında yapılan işlerin daha az sayıda olması ile ilişkili olması bakımından zorunluluk hissedilmesi kitap okumayı da etkilemektedir.

 

-Bir de gazetecilik deneyiminiz olmuş. Buna dayanarak sormak istiyorum: Gazetecilik aşkıyla başlayan yolculuk mu etken oldu ÖZGÜR SANAT DERGİSİ’ni çıkarmaya?

Gazeteciliğe Ulus Gazetesi’nde başladım. Uzun dönem muhabirlik ve köşe yazarlığı yaptım orada. Bunun dışında pek çok yerel gazetede ve internet sitelerinde köşe yazılarım yayınlandı. Ben gazeteci değilim ama o deneyim bana çok şeyler kattı. Bu benim ilk dergiciliğim değil açıkçası. Daha önce de Eğit-Der’in çıkardığı ABC dergisinin de yayın kurulundaydım. İlk dergi deneyimim de orasıdır. Özgür Sanat dergisi de bizler Özgür Sanatçılar Derneği’ni kurduğumuzda hedeflerimizden biriydi ve dernek adına Hürdoğan Aydoğdu arkadaşımızın sahibi ve Yazı İşleri Müdürlüğünü yaptığı dergimizi çıkarmaya başladık.

-Kaç yıldır çıkıyor Özgür Sanat?

Özgür Sanat dergisi iki yıllık bir dergi. Aylık olarak çıkarmaya başladık ancak pandemi sürecinde yaşadığımız darboğaz nedeniyle üç ayda bir çıkarmaya başladık. En son Ekim-Kasım-Aralık sayısı olarak 20. Dergimizi çıkardık. Gerçek anlamda dolu dolu bir dergidir. 208 sayfadan oluşan kitap gibi bir dergidir çıkardığımız. Dergimizde özellikle genç, kıyıda köşede kalmış, çok değerli eserler üretmelerine rağmen isimleri duyulmamış arkadaşlara yer vermeye çalışıyoruz. Yeni sayımız ocak ayı başında çıkacaktır. 21. Sayımız için eser toplamaya başladık. Son eser teslim tarihi 10 Aralık olarak belirlenmiştir. Eser göndermek isteyen dostlar olursa mail adresimiz ozgursanat19@gmail.com

-Özgür Sanatçılar Derneği’nden de söz edelim. Derneğin kuruluş amacı nedir? Ve en önemli soru: Sanatçıların, özellikle yazar-çizerlerin özgür olmadığını mı düşünüyorsun?

Özgür Sanatçılar Derneği üç beş kişinin bir araya gelerek kurmuş olduğu bir dernek olmanın ötesinde bir şey. Kişisel hiçbir şeye tenezzül etmeden ve gerçekten bugün için zora koşulmuş, çevresine duvarlar örülmüş bir topluma o koca hapishane duvarlarından bir delik açıp soluk yolu açmak bizim derdimiz. Çünkü o duvarların arkasına ve soluksuzluğa tıkıştırılmaya çalışıyorlar ve biz bunu ilk adımda duyumsayanlardanız; çünkü düşünmek gibi bir yeteneğimizin ayrımındayız, toplumsal ödevlerimizin ayrımındayız, “ben” kibriyle yaşanamayacağını ve canlı yaşamımızın bu “ben” kibri ile onulmaz ölçülerde kirleneceğini biliyoruz.

Kervanımız, bir ticaret ve hamaset kervanı değil. Yolculuğumuz, benim yolculuğum değil, bizden sonra geleceklere ayak izleri bırakma yolculuğudur.

Her sabahın yeni bir gün olduğu gibi bugünü de gelecek yenilerin başlangıcı olarak görmemiz gerekiyor. Hiçbir ön yargıya ve kaprise gerek duymaksızın koyduğumuz her yeni tuğlanın değerli olacağını düşünüyor ve sırası gelenin yeni tuğlalar koyması için harcı hazırlamakla görevli olduğumuzu biliyoruz. Özgür Sanatçılar Derneği, evrensel bir kaygıyla yola çıktığı için kimsenin “benim” diyeceği kadar özel bir mülkiyet asla değildir. Bu dernek yaşayacaksa ki yaşayacak, kişiler üzerinden değil evrensel değerler üzerinden yürüyecektir. Bugün bunları benim söylüyor olmam, yarın hiç tanımadığım yeni insanların konuşmalarını dinliyor olmamın garantisidir.

Sanatçının ve toplumun özgürlüğü bu derneğin kuruluş nedenidir. Toplumumuzdaki değerler kaybının gelecekle buluşması, gün yüzüne çıkması, sevinç haline dönüşmesinin özlemidir.

Halkların, özgürlüğün sesi, sanatçıların özgür olmasından geçer. Evreni evren yapan insanın, sanatsız yaşaması kendi yaprağını sarartmasıdır. ‘Özgür Sanatçılar Derneği’ karartılan, yok sayılan zenginliklerimizin yaşama geçirilmesi adına çalışmalarına başlamıştır.

Özgürlüğü, insanlığı ve onların yarattığı bütün güzellikleri kucaklamanın merkezi olarak buradadır. Burada kalmaya da devam edecektir.

Tüm bunlar nedeniyledir ki Özgür Sanatçılar Derneği üyesi olmak bir ayrıcalıktır. Ve bizler birlik bilinci içerisinde Özgür Sanatçılar Derneğini Ankara yeniden kültür ve sanatın başkenti oluncaya değin sürdüreceğiz ve etkin halde tutmaya da kararlıyız.

-Pandemi koşulları ülke olarak hepimizi çok zorladı. Özellikle sanat alanında çalışanlar bu zor süreçten daha çok etkilendi. Yazmaya, üretmeye devam edildi ama etkinlikler yapılmadığından, maddi ve manevi olarak depresyona girdi sanatçılar. Dernek olarak siz bu süreci nasıl atlattınız?

Derneğimiz kurulduğu süreçten beri etkin olarak çalıştı. Bugüne kadar üç tiyatro eseri ortaya çıkarıp sergiledik. Dünya İnsan Hakları gününde büyük bir organizasyon gerçekleştirdik. Dünya Kadınlar günü dolayısıyla yine büyük bir etkinlik düzenledik. Bunların yanı sıra her ay düzenli olarak şiir dinletileri yaptık. Yine ayda bir üyelerimizle birlikte yemek organizasyonu yaptık. Tabii bunlar pandemi öncesiydi. Pandemi döneminde ise boş durmamak adına yitirdiğimiz kurucu üyemiz Harun Ünlü adına bir şiir koşusu düzenledik, duyurularını yaptık. Eş zamanlı olarak Ankara Şiirleri Seçkisi için şairlerimizden Ankara şiirleri istedik. Pandemi de olsa boş durmamak adına. Pandemi sonrası üyelerimize bir imza etkinliği, iki de şiir-müzik-dans-tiyatro birlikteliğinin olduğu etkinlik yaptık. Özellikle şiir-müzik-dans-tiyatro birlikteliği ile yaptığımız etkinliklerimizi her ayın son Pazar günü gerçekleştirme kararı aldık.

Tabii biz bu etkinlikleri yaparken pandemi sürecinde duyurusunu yaptığımız şiir koşusu ve Ankara Şiirleri Seçkisi de sonlandı. Şiir yarışmasında Özcan Öztürk, Murat Yazıcı ve Halil İbrahim Durdu kazandı. Saffet Sarıkaya ve Onat Karabulut ise özendirme ödülüne layık görüldü. Ödül törenimiz 20 Kasım tarihinde yapılacak. Onun hazırlıkları içerisindeyiz. Ankara Şiirleri Seçkisi tamamlandı. Önümüzdeki günlerde o da yayınlanmış olacak.

Önümüzdeki süreçte ise aylık etkinliklerimize devam edeceğiz, bunun yanında yeni tiyatro oyunlarının çalışması başladı. Tabii yeni seçkiler de hazırlayacağız. İleride bir de radyo kurmayı planlıyoruz ki bu şekilde daha geniş kitlelere de ulaşma şansımız olacak.

-Son olarak ne söylemek istersin?

Ben inanıyorum ki dünyayı sanat kurtaracak, ayakta tutacaktır. Bu nedenledir ki sanattan uzak kalmamalıyız. Çünkü sanat, insanları bir araya getiren, kaynaştıran, insani duyguları coşturan değerler olarak çıkar karşımıza. Bu nedenle diyorum ki derneğimize gelin, birlik olalım, sanatsız, sevgisiz ve umutsuz kalmayın…

İZAN YAYINLARI 2.OKUR-YAZAR BULUŞMASI GERÇEKLEŞTİ




 



















 

İzan Yayınevinin 16 Ekim’de  (2021) Ankara Bahar Cafe’de 2.si gerçekleşen Okur-Yazar buluşması fuar havasında geçti.

42 yazar ve şairin bir araya geldiği etkinlikte edebiyata ve yaşama dair kısa konuşmalar yapıldı, şiirler okundu, hep birlikte şarkılar söylendi ve kitaplar imzalandı.

Gazetemizin köşe yazarlarından Aysel Yenidoğanay’da bu etkinlikteydi. Kadına yönelik şiddet ve çocuk taciz ve tecavüzleri üzerine konuşma yaptı. “Ben artık katilimle yaşamak istemiyorum” diye başlayan konuşma, “İstanbul Sözleşmesi Yaşatır” cümlesiyle dinleyicilerden tam destek aldı.

İzan yayınları okur-yazar buluşmaları her ayın üçüncü haftasında (cumartesi) gerçekleşecek…

 

İZAN Yayınları kurucusu Ahmet İzan’la yaptığımız görüşmede, yayınevinin pandeminin başladığı günlerde kurulduğunu ve o günden bu yana 250 yazarın kitabını yayımladıklarını ve yazarlardan basım karşılığı hiçbir ücret talep etmediklerini belirtti. Özellikle şiir yazanları teşvik etmek amacıyla, yayın kurulundan geçen dosyaların basımı gerçekleşiyor.

Büyük yayınevlerinin sömürü çarkını kırmak için, alternatif yayıncılık yaptıklarını söylüyor Ahmet İzan ve ekliyor: “Amaç, günışığına çıkmayı bekleyen yazarları okuyucuyla buluşturmak. Pandeminin zor koşullarında bunu başarabildiysek, bundan sonra yolumuz daha aydınlık olacaktır.”

 

 

                                                                     



ÇIĞLIĞIMA SES VER ÇIKTI


 



 

Öykü ve roman yazarı Aysel Yenidoğanay’dan bir kiatap daha: ÇIĞLIĞIMA SES VER.

 

ÇIĞLIĞIMA SES VER İzan Yayınlarından çıkan bir nehir şiir kitabıdır. 

Kitap İki bölümden oluşmuştur:

1.Bölüm: Ölmek İstemiyorum

2.Bölüm: Dokunmayın Çocuklara

“Şiddete maruz kalan ve öldürülen kadınların, tacize uğrayan çocukların duyulmayan çığlıklarına ses olmak için yola çıktı. Farkındalık yaratmak amacıyla, tek perdelik tiyatro oyununa dönüştürüldü. “ Diyor Aysel Yenidoğanay ve ekliyor:

“İSTANBUL SÖZLEŞMESİ yaşatır dedik. Ne yazık ki her gün en az beş kadın öldürülüyor bu ülkede. Cezai yaptırımlar uygulanmadığı için, katiller elini, kolunu sallayarak dolaşıyorlar aramızda.

İşte bunun için “Çığlığıma Ses Ver” diyorum.

Kadınları ve çocukları koruyan bir yasa çıkarılana kadar sesleri sese dönüştürmek adına, hepimiz elimizi taşın altına koymalıyız.

“Bu benim başıma gelmez” demeyin. Her an, herkesin başına, her şey gelebilir. Gelmemesini istiyorsak eğer, koruyucu bir yasa tasarısı için sesimizi daha gür çıkarmalıyız.

Dünya; kadınlar ve çocuklar güldükçe güzelleşir.”

 

 

 

AYSEL YENİDOĞANAY’IN KALEMİNDEN KİTABIN ÖNSÖZÜ: BEN ARTIK KATİLİMLE YAŞAMAK İSTEMİYORUM!

 

Dünya denilen gezegen cehenneme mi döndü yoksa insan denilen canlı mı onu bu hale getirdi? Ya da biz insan olduğumuzu bilmeden hep bir cehennemin içinde mi yaşıyoruz/yaşıyorduk?

Ben, bütün bu yaşananların/yaşadıklarımızın bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Hiçbirinin gerçek olmadığını, gözümü kapatıp açtığımda her şeyin normal akışına döneceğine inanmak istiyorum.

Olmuyor işte, ne yapsam olmuyor; her gün doğumunda yeni acılara tanık oluyorum.

Acı her geçen gün bıçak olup yüreğime saplanıyor. Öldürülen her kadınla bir parçam ölüyor. Özgecan oluyorum, Münevver oluyorum, Emine oluyorum, Fatma oluyorum, Ceren oluyorum, Pınar oluyorum ve öldürülen her kadın ben oluyorum…

Çığlığım kendime yabancı. Sesimi duyan yok. 

Kalabalıklar içinde yalnız ve bir o kadar çok.

Suçumuz: Aşık olmak!

Ve biz celladımıza aşık olduğumuzu bilmeden mutluluktan kahkahalar atıyoruz.

“Sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi değişimin mührüdür.” der Mevlana.

Biz şifalandığımızı düşünürken,  gücü “iktidar” olarak algılıyor aşık olduğumuz kişi. Egemenliğini ilan ediyor bedenimizin üzerinde. Aşk denilen kavramın içi boşalmaya başlıyor. Uçsuz bucaksız gibi görünen dünyanın bir köşesinde sıkışıp kalıyoruz. “Ölmek istemiyorum!” çığlığı boşlukta yankılanıyor.

Celladımın öldürme şekli fark etmiyor: Boğarak, döverek, yakarak, bıçaklayarak, kurşunlayarak, ezerek, doğrayarak, yükseklerden atarak… Sayayım mı daha? Yüreğiniz kaldırmadı değil mi? İşte ben her gün bu şekilde ölüyorum/öldürülüyorum. Hem de beni sevdiğini haykıran adam tarafından. 

“Adam” diyorum; oysa ne adamlıktan ne de insanlıktan nasibini alamamış, varlığı gereksiz bir yaratık. Yenidünya düzeni ile birlikte mantar gibi türeyen ve “hep benim olsun” mantığıyla hareket eden doyumsuz yaratıklar.

Bu yaratıklardan kendini soyutlamış adam gibi adamlara sesleniyorum: Lütfen kadınların çığlığını duyun artık. Sizler birleşirseniz yaratıkların gücü azalır ve kadınların şen kahkahaları geri gelir. Bu dünya, doğanın dengesi gibi kadınıyla, erkeğiyle bir bütün. Denge bozulduğunda döngü değişir.

Ben artık katilimle yaşamak istemiyorum!

Ölmek istemiyorum! Ölmek İstemiyorum! Ölmek istemiyorum!

 

Ve çocuklar; “dünyanın bütün çiçekleri”* annelerinin kaderini yaşıyorlar.

Koklamaya kıyamadığımız, canımızdan can verdiğimiz çocuklar; şiddete maruz kalıyorlar. Cinsel istismara uğruyorlar. Ensest ilişki kurbanı oluyorlar. Cehennem değil de nedir bu? Biz hala nasıl gülebiliyoruz? Nasıl yemek yiyebiliyoruz? Kaç çocuğun daha intihar etmesini bekleyeceğiz? İntihar etmeyen çocukların ruhunda açılan yaralar geçer mi sizce?

Bu çocuklar bizim/hepimizin; dokunmayın onlara! Çekin o pis ellerinizi çocukların üzerinden. O pis düşüncelerinizi ve zehir saçan dilinizi de çekin.

 “Bir kereden bir şey olmaz” veya “ruhen yaralanmamıştır” denilip, hasta ruhlu faillere mahkemelerde iyi halden ceza indirimi uygulayan hakimler; sizin çocuğunuz yok mu? Akşam başınızı yastığa koyduğunuzda, vicdanınız rahat ediyor mu?

Çocuk ve tecavüz aynı cümlede yer alıyorsa kıyamet kopmalı.

Çocuk istismarının affı olmaz, olamaz, olmamalı!

 

*Ceyhun Atıf Kansu

 

                                                                        

 

 

1. Bölümden dizeler

 

ben bir kadınım

ateş ile sınanmışım

övgüler dizildi güzelliğime

şiirler yazıldı sayfa sayfa

her dilde şarkılar söylendi

roman kahramanı oldum

masallarda yaşadım

mutlu sona yaklaşırken

namus uğruna vuruldum

 DİPNOT: BU YAZI HABER OLARAK SOL MEDYA'DA YAYINLANDI

 

 

 

 

 

2.Bölümden dizeler

anlamını yitirmiş her şey

susarak konuşuyoruz

toprak kokusuna hasret yüreğimiz

bahar gözlü çocukları susuyoruz

yıkımlar üzerine inşa ettiğimiz

parsellenmiş hayalleri susuyoruz

çığlığımız bize yabancı

çürümüş yaşamları susuyoruz