7 Şubat 2018 Çarşamba

KİTAP TANITIM / HÜSEYİN MAHİR








BİR “ÇIPLAK” KİTAP…



HÜSEYİN MAHİR


Yerleşkeniz neresi olursa olsun, işte orada, “bir kadın ol(ama)mak” ne demektir, düşündünüz mü? Hiç, kimlik bilgilerinin “veri” olarak bile kabul görmediği, “yaşam dışı”na itilmiş, “dişi” bir arkadaşınız oldu mu? Bugüne değin, onun sorunlarıyla ilgili ne(ler) yaptınız? Örneğin kaç öykü, kaç şiir; kaç kitap yazdınız? Bu konuda, Aysel Yenidoğanay Gökçelik’i de mi incelemediniz? Hadi onun gibi yaz(a)madınız diyelim, peki; kaç kitap okudunuz? “Kadın”ı sizin yüreğinize yerleştiren, onun “yaşam”ı hakkında derin derin düşünmenize neden olan, çözümsüzlüğün “çıkış” olmadığını anımsatan; kaç kitap okudunuz? Oysa okumalıydınız. Okumalısınız, “Annemin Aynası”*nı okumalısınız!
Sevilmemiş, dışlanmış, itilmiş, kakılmış, terkedilmiş; yani yaşa(n)mamış binlerce kadının, kızın öyküleriyle dolu bir kitap; Annemin Aynası. Bastırılmış duyguların, ertelenmiş mutların, mırıldanılması yasak şarkıların yansımalarını seyrettiriyor size; annenizin, sırları dökülmüş, buğulu ve büyülü çatlak aynasında… Yayınevi “öykü” dese de öykü değil, ‘hüznü harman’lamış birer “şiir” bunlar, 17 tane. Kurgusuna kapılarak yeniden okumak istediğiniz, ancak hüznüne kapılıp tekrar ağlamak istemediğinizden bu hevesinizi ertelediğiniz, uzun ama çekici dizeler bunlar.
Kimi anlatımlar gülümsetse de birçoğu geriyor sizi. “… Saçma sapan dizilere takılırım. Bol şarkılı Türk filmlerin saatidir şimdi. Ağlayacağım yerde gülmekten kırılırım. Güldükçe yürek yaram iyileşir mi?” (Leke; s. 26)
Şiir tadındaki kurgulanmış birkaç alıntıyı (dizeyi) okuyalım mı birlikte: “Ömrümün can kırıklarını topluyorum!”, “Yoktu kar’ın penceresi” (Nilgün; s. 37, 38) “Düş ülkesinde kalan çocukluğumun kokuları kaplıyor yüreğimi: Yanık ekmek kokusu” (s. 41) “Kızımın nar gülüşü solmasın diye direniyorum” (Kar Taneleri, s. 51) “Güldükçe ağlayan pınarları andırırdı gözleri. Gelinlik kızlar listesine alınmıştı çoktan”, “Karlar eriyordu akıttığı gözyaşlarıyla, babasının yüreği kaya” (Berdel; s. 57, 58) “Günler balık pulu gibi sıralanırken,” (Ayten, s. 63) “Düşlerimi çeyizlediğim eve baskın düzenlemiş karanlığın bekçileri” “… Yüreğimizi koyduğumuz kitaplığımız…” (Gelinlik, s. 73) “Ve kadınlar en çok kırmızının ihanetine uğradılar” (Kırmızı Çığlık, s. 83)
Tümü “cesur” bu öykülerin. İnatçı, anarşist, devrimci, haydut, yırtıcı ve “çırılçıplak”… En çok “kırmızı” ve “turunç”un egemenliğindeki kırık kanatlı “serçe yürekliler”in; emeği kutsal eden ellerce, can çekişmelerine izin verilmeyip özgürlüklerine kavuşturulmasını arzulayan “çıplak öyküler” bunlar…
Kadın sorunlarını, onlardan sorumlu bir yazar anlayışıyla anlatan Aysel Y. Gökçelik; bir öykünün daha girişinde şöyle diyor: “Bana ait olmayan bir dünyanın içindeyim sanki. Hep başkalarının hayatını yaşıyorum. Onların sorunları, onların mutlulukları, onların mutsuzlukları… Ne suyun akışını durdurabiliyorum ne de yön verebiliyorum ona.” (Raskolnikov Masumdu, s. 52) Bu duyarlı yaklaşımlar Aysel’i bir çaresizliğe vardırsa da bence, herkesin “beyaz bir bulutun peşinden sürüklenen bir Dağ Adam’ı mutlaka vardır”, olmalıdır…
Köylüsü-kentlisiyle hep çevremizdeki kadınlar onun anlattıkları. Zengin, yoksul, erken kadın, çocuk… Eğitimsiz bırakılmış, gelenek-göreneklerle yetiştirilmiş, düzeltilmesi zor yaşamların insanları. O yüzden olsa gerek, bu öykülerin yalnız ayrıntıları değil sonu da hep “kötü” bitiyor. Benim tespit edebildiğim kadarıyla onlardan en kısa, güzel, sevinçli, hafif hüzün içereni “Kaçak Sevda”dır. “Dağ Adam” öyküsü ise en “iyimser”i…
Hemen her öykü, aslında bir başına roman olabilecek “ayrıntılar”ı barındırıyor. Kısa ya da uzun “film”lere konu alınabilecek “çekimler”i içeriyor. Romancısını, yönetmenini bekliyor…
Dördü “not”a ayrılmış (bu ayrıntıyı önemsiyor ve ‘not’ sayfası eklenmiş kitaplara bayılıyor, kutluyorum) 88 sayfadan oluşan bu “emek” ürününün kapağını (Tasarım: Rüçhan Zavrak) çıplak bir kadın figürü “süslüyor!”. Bu neyi simgeliyor derseniz? Yanıtını, sizden önce yazar Aysel Y. Gökçelik kitabındaki bir öyküsünde veriyor: “Çıplak bir kadın figürü… Erkeğin hegemonyası altında kalmaya tutsak edilen kadının sessiz başkaldırışını, özgürlüğü seçişini simgeliyor.” (Bayan Güzide, s. 80)
Doğrusu, tüm bu öyküleri; dizgi, tertip, kâğıt ve baskısı daha özenli bir kitapta okumak isterdim. Öykülerin “güzel”liği bu “hatalar”ı örtse de “gözlerim”e söz geçiremedim, değinme gereksinimi duydum.
Aysel Y. Gökçelik’i kutluyor, dileğine yürekten katılıyorum: “Yağmurun peşi sıra adımlarsınız sevdalandığınız yaşamı; her kuraklığın ardından yeniden yeşermek umuduyla…” (Kaçak Sevda, s.82)
------------
(*) Annemin Aynası, Aysel Y. Gökçelik. Zemge Yayınları, Ocak/2009.





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder