28 Şubat 2018 Çarşamba

MUCİZE SENSİN/ATÖLYE ÇALIŞMASI



          
          


                                                           
Her insan bir dünya, her dünya bir öykü. Her öykü kendi içinde mutluluğu ve mutsuzluğu barındırır.
Her insan kendi öyküsünün ‘mutlu son’ la bitmesini ister.
Mutluluk altın bir tabakta sunulmuyor bize.
Mutluluğu ve mutsuzluğu kendimiz var ediyoruz. İnsanlığın varoluş sürecinde bireyin yaşadığı çelişkiler,  hiç bitmeyen arayışları, ucu açık soruları /sorunları da beraberinde getiriyor.
Bilinç oluşmaya başladığı andan itibaren bitmez, tükenmez sorular peşimizi bırakmaz.
Niçin yaşıyoruz?
Hayatın anlamı ne?
Cennet-cehennem var mı?
Tanrı varsa neden göremiyoruz?
Neden acı çekiyoruz?
Mutluluk göreceli mi?
Neden kimi zengin, kimi yoksul?
Neden herkesin evi yok?
Hayallerimizin neresindeyiz?



Bu ve benzeri sorular düşüncelerimizin odak noktasını oluşturduğu an yaşamın anlamını sorgulamaya başlarız.  Acı çekeriz, üzülürüz, ağlarız; geçmişe takılıp kalırız. Yaptığımız hatalar, bizi kıranlar, bizim kırdıklarımız, kaçan fırsatlar, yaşanmamış anlar, aynalarda unutulmuş gençlik zehir olup akar yüreğimize; gülmeyi unuturuz.
İşte bu noktada geçmişimizi unutmadan geleceği inşa etmeliyiz.
Geçmişi sırlanmış zamanın aynasına gömmeliyiz. Gelecek tüm aydınlığıyla bizi bekliyor. Önce kendimizle barışmalıyız. Sonra bizi kıran, inciten, yaralayan ne varsa affetmeliyiz.
 Affetmediğimiz sürece mutsuzluk bir tahtakurdu gibi içimizi kemirmeye başlar. Dünyanın tüm yükü omuzlarımıza biner. Sonuçta, bu yük bizi yaralamaya başlar.
Affet ve asla geriye dönüp bakma. Zaman geriye doğru değil, ileriye doğru akar.
İçinde bulunduğumuz her anın tadını çıkarmak istiyorsak ertelediğimiz hayallerimizin peşine takılmalıyız.
Kendi gücümüzü, yapabileceklerimizi keşfedebilmek için yüreğimize doğru bir yolculuk yapmalıyız. “Ben ne istiyorum?” diye sormalıyız kendimize.  Ne istediğimizi bilirsek hedefimize daha çabuk ulaşabiliriz.
Yaşın kaç olursa olsun hiçbir şey için geç değil. Hedef belirle ve yola devam et!
 SIFIRDAN BAŞLA / MUCİZE SENSİN Atölye çalışması belirlediğin hedefte potansiyel enerjini keşfetmeni ve kendi mucizeni yaratma sürecini hızlandırır. “Benden geçti” demek yerine “Ben yapabilirim”  deme gücünü kazandırır. Kendini sevmeyi ve kendinle barışık olmayı; hayallerde sınır olmadığını ve bu hayallerin gerçekleşme olasılığının kendi elinde olduğunu görmeni sağlar.
SONUÇ: Yaratıcı güç yüreğinde; onu gerçeğe dönüştürmek ise senin ellerinde…
Mucizeleri beklemek yerine kendi mucizeni keşfet ve hayata yeni bir başlangıç yap: MUCİZE SENSİN…

http://www.ssksm.org/2018/02/20/aysel-yenidoganay-atolye-calismasi/
Her cuma saat12.00-14.00 aralığında



21 Şubat 2018 Çarşamba

HAYALLERİMİZİN NERESİNDEYİZ?





YAZI DÜKKANI, HAFTALIK
AYSEL YENİDOĞANAY
HAYALLERİMİZİN NERESİNDEYİZ?
Biz hayal kurmayı ne zaman bıraktık?
Çocukluğumuza dönüp baktığımızda bulutların arasında dolaştığımızı görebiliriz. Mutlu ya da mutsuz olduğumuz anlarda bile düş dünyamız zengindi. Düş diyorum, çünkü o zamanlar sadece kuruyorduk. Gerçekleşmesi için herhangi bir eyleme kalkışmıyorduk. Kurduğumuz düşler zaman içinde gerçek hayallerimizi oluşturdu. Oyun oynarken, yemek yerken, okuldayken, uyumak üzereyken hep hayal kuruyorduk. Ve bazı hayallerimize sıkı sıkıya tutunuyorduk. (En azından bu benim için böyleydi.) Yaş aldıkça hayallerimiz ve beklentilerimiz değişti. Kurduğumuz bazı hayallerden vazgeçtik. Ergenlikten gençliğe, gençlikten orta yaşa geçiş sürecinde hayallerimiz tükenme noktasındaydı. Yaşam mücadelesinin içine bodoslama dalmıştık. Oyun oynamayı, hayal kurmayı ve ağız dolusu gülmeyi bırakmıştık. Ve sonra biz büyüdük.
Ne olmuştu bize? Yaşlanmış mıydık? Toplum kuralları mı ağır gelmişti? Uzay mekiğiyle bilinmeyen gezegenlere seyahat eden bizlere ne olmuştu?
Ne oldu biliyor musunuz? Oyun oynamayı, hayal kurmayı bıraktığımız için yaşlandık. Bize dayatılanı yaşadığımız için, kurduğumuz hayallerin peşinden gitmeyi bırakıp, bize biçilen rollere büründüğümüz için yaşlandık.
Oysa başka bir dünya mümkün?
Nasıl mı?
Hepimizin içinde düşünceyi harekete geçiren yaratıcı bir güç var. Düşünce ile eylem örtüştüğünde hayallerimizi gerçeğe dönüştürme olasılığımız artıyor. Hayallerimiz için koşullarımızı kendimiz oluşturmaya başlıyoruz. Şu bir gerçek, ortam insanı yaratmaz; insan kendi ortamını yaratır.
Önce “Ben ne istiyorum?” demek gerekiyor. Sonra harekete geçmeliyiz. İstediğimiz şeye odaklandığımızda olması için dua edip beklemek yerine evreni ayağa kaldırmalıyız. Evren isteklerimizi emir olarak algılar ve kilitli kapıları açar. Ve siz o kapılardan hayalinize doğru yol alırsınız…

12 Şubat 2018 Pazartesi

HAYALLERİMİZ İÇİN KOŞUYORUZ!





Uzun süre ara verdiğimiz atölye çalışması bu haftadan başlayarak mayıs ayının ortasına kadar Turgutreis Şevket Sabancı Kültür Merkezi'nde devam edecektir.
Bodrum Kent Konseyi Edebiyat Yazı Grubu Etkinliği

7 Şubat 2018 Çarşamba

KİTAP TANITIM / HÜSEYİN MAHİR








BİR “ÇIPLAK” KİTAP…



HÜSEYİN MAHİR


Yerleşkeniz neresi olursa olsun, işte orada, “bir kadın ol(ama)mak” ne demektir, düşündünüz mü? Hiç, kimlik bilgilerinin “veri” olarak bile kabul görmediği, “yaşam dışı”na itilmiş, “dişi” bir arkadaşınız oldu mu? Bugüne değin, onun sorunlarıyla ilgili ne(ler) yaptınız? Örneğin kaç öykü, kaç şiir; kaç kitap yazdınız? Bu konuda, Aysel Yenidoğanay Gökçelik’i de mi incelemediniz? Hadi onun gibi yaz(a)madınız diyelim, peki; kaç kitap okudunuz? “Kadın”ı sizin yüreğinize yerleştiren, onun “yaşam”ı hakkında derin derin düşünmenize neden olan, çözümsüzlüğün “çıkış” olmadığını anımsatan; kaç kitap okudunuz? Oysa okumalıydınız. Okumalısınız, “Annemin Aynası”*nı okumalısınız!
Sevilmemiş, dışlanmış, itilmiş, kakılmış, terkedilmiş; yani yaşa(n)mamış binlerce kadının, kızın öyküleriyle dolu bir kitap; Annemin Aynası. Bastırılmış duyguların, ertelenmiş mutların, mırıldanılması yasak şarkıların yansımalarını seyrettiriyor size; annenizin, sırları dökülmüş, buğulu ve büyülü çatlak aynasında… Yayınevi “öykü” dese de öykü değil, ‘hüznü harman’lamış birer “şiir” bunlar, 17 tane. Kurgusuna kapılarak yeniden okumak istediğiniz, ancak hüznüne kapılıp tekrar ağlamak istemediğinizden bu hevesinizi ertelediğiniz, uzun ama çekici dizeler bunlar.
Kimi anlatımlar gülümsetse de birçoğu geriyor sizi. “… Saçma sapan dizilere takılırım. Bol şarkılı Türk filmlerin saatidir şimdi. Ağlayacağım yerde gülmekten kırılırım. Güldükçe yürek yaram iyileşir mi?” (Leke; s. 26)
Şiir tadındaki kurgulanmış birkaç alıntıyı (dizeyi) okuyalım mı birlikte: “Ömrümün can kırıklarını topluyorum!”, “Yoktu kar’ın penceresi” (Nilgün; s. 37, 38) “Düş ülkesinde kalan çocukluğumun kokuları kaplıyor yüreğimi: Yanık ekmek kokusu” (s. 41) “Kızımın nar gülüşü solmasın diye direniyorum” (Kar Taneleri, s. 51) “Güldükçe ağlayan pınarları andırırdı gözleri. Gelinlik kızlar listesine alınmıştı çoktan”, “Karlar eriyordu akıttığı gözyaşlarıyla, babasının yüreği kaya” (Berdel; s. 57, 58) “Günler balık pulu gibi sıralanırken,” (Ayten, s. 63) “Düşlerimi çeyizlediğim eve baskın düzenlemiş karanlığın bekçileri” “… Yüreğimizi koyduğumuz kitaplığımız…” (Gelinlik, s. 73) “Ve kadınlar en çok kırmızının ihanetine uğradılar” (Kırmızı Çığlık, s. 83)
Tümü “cesur” bu öykülerin. İnatçı, anarşist, devrimci, haydut, yırtıcı ve “çırılçıplak”… En çok “kırmızı” ve “turunç”un egemenliğindeki kırık kanatlı “serçe yürekliler”in; emeği kutsal eden ellerce, can çekişmelerine izin verilmeyip özgürlüklerine kavuşturulmasını arzulayan “çıplak öyküler” bunlar…
Kadın sorunlarını, onlardan sorumlu bir yazar anlayışıyla anlatan Aysel Y. Gökçelik; bir öykünün daha girişinde şöyle diyor: “Bana ait olmayan bir dünyanın içindeyim sanki. Hep başkalarının hayatını yaşıyorum. Onların sorunları, onların mutlulukları, onların mutsuzlukları… Ne suyun akışını durdurabiliyorum ne de yön verebiliyorum ona.” (Raskolnikov Masumdu, s. 52) Bu duyarlı yaklaşımlar Aysel’i bir çaresizliğe vardırsa da bence, herkesin “beyaz bir bulutun peşinden sürüklenen bir Dağ Adam’ı mutlaka vardır”, olmalıdır…
Köylüsü-kentlisiyle hep çevremizdeki kadınlar onun anlattıkları. Zengin, yoksul, erken kadın, çocuk… Eğitimsiz bırakılmış, gelenek-göreneklerle yetiştirilmiş, düzeltilmesi zor yaşamların insanları. O yüzden olsa gerek, bu öykülerin yalnız ayrıntıları değil sonu da hep “kötü” bitiyor. Benim tespit edebildiğim kadarıyla onlardan en kısa, güzel, sevinçli, hafif hüzün içereni “Kaçak Sevda”dır. “Dağ Adam” öyküsü ise en “iyimser”i…
Hemen her öykü, aslında bir başına roman olabilecek “ayrıntılar”ı barındırıyor. Kısa ya da uzun “film”lere konu alınabilecek “çekimler”i içeriyor. Romancısını, yönetmenini bekliyor…
Dördü “not”a ayrılmış (bu ayrıntıyı önemsiyor ve ‘not’ sayfası eklenmiş kitaplara bayılıyor, kutluyorum) 88 sayfadan oluşan bu “emek” ürününün kapağını (Tasarım: Rüçhan Zavrak) çıplak bir kadın figürü “süslüyor!”. Bu neyi simgeliyor derseniz? Yanıtını, sizden önce yazar Aysel Y. Gökçelik kitabındaki bir öyküsünde veriyor: “Çıplak bir kadın figürü… Erkeğin hegemonyası altında kalmaya tutsak edilen kadının sessiz başkaldırışını, özgürlüğü seçişini simgeliyor.” (Bayan Güzide, s. 80)
Doğrusu, tüm bu öyküleri; dizgi, tertip, kâğıt ve baskısı daha özenli bir kitapta okumak isterdim. Öykülerin “güzel”liği bu “hatalar”ı örtse de “gözlerim”e söz geçiremedim, değinme gereksinimi duydum.
Aysel Y. Gökçelik’i kutluyor, dileğine yürekten katılıyorum: “Yağmurun peşi sıra adımlarsınız sevdalandığınız yaşamı; her kuraklığın ardından yeniden yeşermek umuduyla…” (Kaçak Sevda, s.82)
------------
(*) Annemin Aynası, Aysel Y. Gökçelik. Zemge Yayınları, Ocak/2009.





KİTAP TANITIM/M. DEMİREL BABACANOĞLU





Kadınlar... 
Annemin Aynası *

                  M. Demirel Babacanoğlu

Dünya, kadınlar günü burcuna girdi.
Önce kadın yaratıldı, sonra erkek
Baylar iktidara geçince söylenceleri değiştirdiler!
Önce, kendilerinin yaratıldıklarını anlatan söylenceler düzenlediler. İktidarlarını güçlendirdiler. Kadınları köle yaptılar, onu bir eşyadan, bir maldan farksız görmediler. Pazarladılar, sattılar, erdemlerini, analığını yok saydılar.  Ama artık kadınlar biliyor bunları; kölelikten kurtulacaklar..

21. yy. kadınını, bey buyuruyor diye çarşafın, türbanın içine sokamazsınız. Bir eşya, bir mal gibi kullanamazsınız. Bir terazinin iki kefesinin denk durduğu gibi yaşamalı kadın erkek. Töre diye onları öldüremezsiniz. Oyun çağındaki kızları berdel edemezsiniz. Hiçbir kitapta, hiçbir yasada yok böyle şeyler.
Kadın her alanda, her yerde güçlüdür. Buluşlar yapabiliyor, milletvekili olabiliyor. Öğretmen, mühendis, doktor, yargıç, başbakan, devlet başkanı olabiliyor. Şair, romancı, öykücü olabiliyor.  Onlardan biri de Aysel Y. Gökçelik; dergi çıkarıyor, öykü yazıyor, şiir yazıyor; kadına yönelik şiddet panellerine katılıyor.

“Gönlüm Bir Deli Poyraz (şiir), Bana Gözlerini Susma (şiir); Ölmeyi Öğret Bana (öykü), Kanatılmış Karanfiller (öykü)” kitapları var.

Son kitabı “Annemin Aynası”nda kadınları anlatmış. İçinde 17 öykü var. Çocukluktan, genç kızlıktan, evlilikten kesitler veriyor. Acılı, sancılı şeyleri anlatıyor. Burkuluyor içiniz.

 “… Ölmek istediğim anlar oldu. O gücü bulamadım kendimde. Babamı öldürmek geçti içimden, vicdanım engel oldu. Bütün çocuklar onun baskısı ve alkol bağımlılığı yüzünden terk ettiler baba evini. Gidişlerine dayanamamış annem. Dayaktan çürümüş bedeni. Bu ağır yükü taşıyamamış sonunda. Evin duvarlarına kazınan çığlıkları içinin kuruyan nehirlerinde çölleşti. …”( Raskolnikov Masumdu, s.55).
“… Sen nelere tanıksın D 400… Şalvarlı, eşofmanlı kadınlar, kimi genç kızlığa adım atamamış çocuk kadınlar. Kimi bir erkeğin malı olarak piyasaya sürülen kadınlar. Aç çocuğunu doyurmaya çalışacak kimi, kimi de doymayı bilmeyen kocasını. Kimi de sevgili bellediği pezevengini susturacak. …”(Emanet, s.31)
 “… Aldanma sen bu halime. Toprak anayım ben. Kibele soyundan. Sizlerle güzelleşir, sizlerle çoğalırım. Ne saçımın akı kırar direncimi, ne de teklemeye başlayan şu kalbim? Unutma yarın daha güzel olacak…” (Yıldız Kayması, s.34)
“… Üç gün üç gece bekledim Şahan’ım. Asker kaçağı diye ihbar eden diller tutulsun. Ölmeme izin vermediler, berdel ettiler beni, gerdek günü yedim ilk dayağı…”(Berdel,s. 60)

Kadınlık zor!
Uyanacak kadınlar.
Zorlaştıranlar olmayacak
Aysel de öyle düşünüyor.
Öykülerini iğne oyası gibi, halı kilim desenleri gibi dokuyor; söz ve anlamı bireştiriyor, sessizce başkaldırıyor!
Hadi kadınlar, hadi baylar destek verin Aysel’e.
………………………………….

Annemin Aynası, Aysel Yenidoğanay Gökçelik, Zemge y., 2009,