9 Mayıs 2014 Cuma

BAHARDA ÖLMEMELİ ANNELER

         






  BAHARDA ÖLMEMELİ ANNELER

            Kaç gün geceyi kovaladı durmaksızın. Kaç gece gündüze erişme telaşına düştü kim bilir? Hesap-kitap bilmez duygularım, kaç bahar oldu ayrı düşeli can gülünden?
            Bir sor bana – beni böylesine kendinden soğutan bahar- bir sor; kaç dakikanın saniyeleri eşit oldu aylara? Parmak hesabı az tutar belki, gözkapaklarımın her açılış-kapanışının hesabını tutmak gerekirdi.
Ey bahar! Bilir misin ne acıdır seni onsuz yaşamak? Günlerin duru aydınlığı yapay sis bulutları arasında yitiyor. Ak umutlarım dumanaltı sarısına dönüşmüş. Bahçemde dört mevsim çiçek açan limon ağacını görmezdim hiç. İç bayıltıcı limon çiçeği kokuları dipsiz kuyuları, karanlık dehlizleri, ucunda ışığı olmayan tünelleri anımsatıyorlar bana.  Ve… ve son yolculuğa uğurlanırken, 4,5 metre bezin üzerine dökülen ucuz limon kolonyasını… Havadan nem kapar ya kişi; ben de limon yeşilinden, limon sarısından ve limoni sıvıdan nem kapmaya başladım.
            Yeşil gelinliğini giyinmiş dut ağacı. Bu yıl daha bir irice olacağa benzer meyveler. Baharın müzikli albenisine kapılmış kuşlar, dans ediyorlar dallarında. Acıma ortak olurcasına, hüznün senfonisini eklemişler coşkulu türkülerine. Yavru bir çalıkuşu yolunu şaşırmış olmalı. Anasını aranıyor gözleri. Anası gelir az sonra. Hele bir farkına varmışsa kaybolduğunun, dağ-bayır iz sürerek bulur yavrusunu…
            Gene bahara kanmış zeytin ağacı. Dalpınarlarından çiçek ağlıyor. Ana arılar üşüşmüş gözeneklere. Özü yuvaya taşıyacaklar.
            Alabildiğine alçak gönüllü zeytin ağacı, verdikçe veresi geliyor ana arılara. Bu yılki ürün komşulara da yetecek gibi. Bir tek yenidünya ağacında bir durgunluk, bir küskünlük var. Çocuklar yolmuş yapraklarını. İncitmişler. Çit aralığından uzanmış elleri. Henüz olgunlaşmamış meyveleri tek tek ayırmışlar dallarından acımasızca. Direnmiş dallar, direnmiş yapraklar, direnmiş gövde. Anaç tavuklar gibi kol kanat germişler meyvelerin üzerine. Yapraklar ANA… Dallar ANA… Toprak ANA…
            Herkesin bir anası var. Olmalı da. Nasıl ki baharın Bereket Tanrısı yağmurlarını toprağa sızdırıp onun döllenmesine yardımcı oluyorsa, Toprak Ana’da koynuna aldığını yaşatmalı, canlı tutmalı. İzin vermemeli ölmesine… Ben ki bir ANA verdim ona. Anaların hası. Hem de baharın en güzel ayında. Benimle birlikte gökler ağladı o gün. Sessiz çığlıklara gebe kalmıştı duygularım. HAYIR! Olamaz öyle bir şey! Baharda ölmez hiç analar. Renk cümbüşü perdeleri zorlayıp, ince aralıklardan dolarken odaya ölmemeli analar. Bahar utanmalı canlılığından. Karalar bağlamalı matemime…
Begonyalar, şebboylar, fesleğen ve ortancalar ve dahi mor menekşeler; sizler, sizler de ne çabuk unuttunuz üzerinizde sevgiyle gezinen parmakları. Hiç mi özlemiyorsunuz “günaydın” diyen sıcak sesi. Anımsamanıza yardımcı olayım; hani, gülüşünü dudak ucunda unutmuş gibi duran bir kadın vardı ve hep yarınlara ertelerdi ağlamayı… İşte o benim annemdi. Ya siz sevgili güller, sizler de mi unuttunuz yüreği okyanus kadını? Bir daha açacağnızı sanmıyordum oysa.
            Yaşam durmuş olmalıydı bir yerlerde. Ve ben o duran zamanın içinde bilinmezliklere doğru kayıyor olmalıydım. Oysa hep buradaydım. Dün de buradaydım, önceki gün ve daha önceki gün. Bugün de buradayım. Ama yarın? Yarın burada olacağımı, olabileceğimi hiç kimse garanti edemez. Ve hiç kimsenin YARIN garantisi yoktur. Çünkü Toprak Ana canlı tutmuyor ölülerini. Orman yangınları düşüyor yüreğe. Sınırsız boyutlara ulaşıyor özlem. Özlemek ölmekse eğer, ben seni çok özledim ANNE. Bil ki sensiz hiçbir şeyin tadı yok. Buna rağmen bahar devam ediyor…

           Aysel Yenidoğanay 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder