Kaç gün geceyi kovaladı durmaksızın.
Kaç gece gündüze erişme telaşına düştü kim bilir? Hesap-kitap bilmez
duygularım, kaç bahar oldu ayrı düşeli can gülünden?
Bir sor bana – beni böylesine
kendinden soğutan bahar- bir sor; kaç dakikanın saniyeleri eşit oldu aylara? Parmak
hesabı az tutar belki, gözkapaklarımın her açılış-kapanışının hesabını tutmak
gerekirdi.
Ey bahar! Bilir
misin ne acıdır seni onsuz yaşamak? Günlerin duru aydınlığı yapay sis bulutları
arasında yitiyor. Ak umutlarım dumanaltı sarısına dönüşmüş. Bahçemde dört
mevsim çiçek açan limon ağacını görmezdim hiç. İç bayıltıcı limon çiçeği
kokuları dipsiz kuyuları, karanlık dehlizleri, ucunda ışığı olmayan tünelleri
anımsatıyorlar bana. Ve… ve son
yolculuğa uğurlanırken, 4,5 metre bezin üzerine dökülen ucuz limon kolonyasını…
Havadan nem kapar ya kişi; ben de limon yeşilinden, limon sarısından ve limoni
sıvıdan nem kapmaya başladım.
Yeşil gelinliğini giyinmiş dut
ağacı. Bu yıl daha bir irice olacağa benzer meyveler. Baharın müzikli
albenisine kapılmış kuşlar, dans ediyorlar dallarında. Acıma ortak olurcasına,
hüznün senfonisini eklemişler coşkulu türkülerine. Yavru bir çalıkuşu yolunu
şaşırmış olmalı. Anasını aranıyor gözleri. Anası gelir az sonra. Hele bir
farkına varmışsa kaybolduğunun, dağ-bayır iz sürerek bulur yavrusunu…
Gene bahara kanmış zeytin ağacı. Dalpınarlarından
çiçek ağlıyor. Ana arılar üşüşmüş gözeneklere. Özü yuvaya taşıyacaklar.
Alabildiğine alçak gönüllü zeytin
ağacı, verdikçe veresi geliyor ana arılara. Bu yılki ürün komşulara da yetecek
gibi. Bir tek yenidünya ağacında bir durgunluk, bir küskünlük var. Çocuklar yolmuş
yapraklarını. İncitmişler. Çit aralığından uzanmış elleri. Henüz olgunlaşmamış
meyveleri tek tek ayırmışlar dallarından acımasızca. Direnmiş dallar, direnmiş yapraklar,
direnmiş gövde. Anaç tavuklar gibi kol kanat germişler meyvelerin üzerine. Yapraklar
ANA… Dallar ANA… Toprak ANA…
Herkesin bir anası var. Olmalı da. Nasıl
ki baharın Bereket Tanrısı yağmurlarını toprağa sızdırıp onun döllenmesine
yardımcı oluyorsa, Toprak Ana’da koynuna aldığını yaşatmalı, canlı tutmalı. İzin
vermemeli ölmesine… Ben ki bir ANA verdim ona. Anaların hası. Hem de baharın en
güzel ayında. Benimle birlikte gökler ağladı o gün. Sessiz çığlıklara gebe
kalmıştı duygularım. HAYIR! Olamaz öyle bir şey! Baharda ölmez hiç analar. Renk
cümbüşü perdeleri zorlayıp, ince aralıklardan dolarken odaya ölmemeli analar. Bahar
utanmalı canlılığından. Karalar bağlamalı matemime…
Begonyalar, şebboylar, fesleğen ve ortancalar ve dahi mor
menekşeler; sizler, sizler de ne çabuk unuttunuz üzerinizde sevgiyle gezinen
parmakları. Hiç mi özlemiyorsunuz “günaydın” diyen sıcak sesi. Anımsamanıza yardımcı
olayım; hani, gülüşünü dudak ucunda unutmuş gibi duran bir kadın vardı ve hep
yarınlara ertelerdi ağlamayı… İşte o benim annemdi. Ya siz sevgili güller,
sizler de mi unuttunuz yüreği okyanus kadını? Bir daha açacağnızı sanmıyordum
oysa.
Yaşam durmuş olmalıydı bir yerlerde.
Ve ben o duran zamanın içinde bilinmezliklere doğru kayıyor olmalıydım. Oysa hep
buradaydım. Dün de buradaydım, önceki gün ve daha önceki gün. Bugün de
buradayım. Ama yarın? Yarın burada olacağımı, olabileceğimi hiç kimse garanti
edemez. Ve hiç kimsenin YARIN garantisi yoktur. Çünkü Toprak Ana canlı tutmuyor
ölülerini. Orman yangınları düşüyor yüreğe. Sınırsız boyutlara ulaşıyor özlem. Özlemek
ölmekse eğer, ben seni çok özledim ANNE. Bil ki sensiz hiçbir şeyin tadı yok. Buna
rağmen bahar devam ediyor…
Aysel Yenidoğanay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder