2 Şubat 2019 Cumartesi

ÖFKE PATLAMASI






Yapı olarak tez canlı bir insanım. Yapmak istediğim bir işe karar verdiğimde hemen harekete geçerim.
Karar aşamasında olumsuz düşüncelerin tamamını ayıklamış olurum. Hiçbir engel olmadığına inandığımda da yola çıkarım.
Sürenin uzunluğu önemli değildir benim için. Önemli olan yapacağım işin kalitesi ve o işi birlikte yapacağım arkadaşların aynı heyecanı duyup duymamaları.
Başlarda şahane ilerleme kaydederiz. Sonra arkadaşlar bir bir kopmaya başlar. Bunu tek başıma yapmam olanaksız. Mutlaka o arkadaşların da olması gerekiyor.
İki güne bir ararım arkadaşları, “tamam” onayından sonra kapatırım telefonu. Sabırla gelmelerini beklerim. Ağaç gibi dikildiğime mi üzüleyim, arayıp haber vermediklerine mi? Dayanamam, yine ben ararım. Bu kez hiçbirine ulaşamam. İnatla sürdürürüm aramayı. Tesadüf eseri ulaştığım kişi “yarın şu saatte oradayım” diyor ama gelmiyor. Günler günleri kovalıyor, ne gelen var ne arayan. Herhangi bir açıklama da yok. “Tamam ya,  o iş kolay, hallederiz!” cümlesi su serpmiyor yüreğime. Bir süre sonra da “aradığınız kişiye şu an ulaşılamıyor” repliğiyle başbaşa kalırım.
Düşünün bir, öfke dolusunuz. İçinizden neler neler geçiyor. Ezkaza telefonu açsalar öfke patlaması yaşayacaksınız. Mesaj atsanız, arkadaşlığınız hepten bitecek. Peki, ne yapmalıyım?
İşte bu çok önemli bir soru. Bunu düşünebildiğime göre öfke kontrolü yapabilirim demektir.
Haftalarca süren bekleyişin ardından böyle bir öfke patlaması yaşadım. Kendi içimdeki gelgitlerin ardından “ne yapabilirim?” diye sordum kendime.
Uykusuz geçen bir gecenin sabahında kuşlarla birlikte yola koyuldum. Sahil boyunca yürümeye başladım. Rüzgar vardı ve deniz şahlanarak vuruyordu kıyıya. Martılar balıkçı teknelerinin peşisıra dolanıyordu. Güneşin ilk ışınları altın hareler oluşturuyordu deniz üzerinde. Pırıl pırıl, masmavi bir gökyüzü gülümsüyordu bana.
Şanslıydım aslında ve ben o an bunun farkında değildim. Böylesine güzel bir sahil kasabasında yaşıyor olmam bile ayrıcalıktı ama benim içimde dinmeyen bir öfke ve sonu gelmeyen sorular vardı.
Bankın üzerine oturmuş boş gözlerle bakıyorum çevreye. Sabah yürüyüşünü yapanlar geçiyor önümden. Kimi koşarak gidiyor, kimi müzik dinleyerek. Kimi de ekmek almış, ucunu kopara kopara yürüyor. Günaydın diyenler, gülümseyerek selam verenler oluyor. İstemsizce karşılık veriyorum onlara. Ve sonra daldığım rüyadan uyandırıyor biri beni: “Günaydın teyze!” Selamı verenin ardından bakıyorum, o da bir an için dönüp bakıyor. Yaşı yaşıma denk bir adam. Belki de yaşça benden de büyük, bilemiyorum. Zaman durmuştu sanki. Belki de bir daha görsem anımsamayacağım adamın gözüne  “yaşça büyük” görünmüştüm ve “teyze” diyerek selamlamıştı beni. O ana kadar içimde tuttuğum bütün öfke patlaması gözlerime hücum etti ve ağlamaya başladım. Banktan kalktım ve denizin kıyısına oturdum. Gözyaşlarımı tutamıyordum artık.
Bana “teyze” denilmesine mi kızmıştım? Hayır. Ben buna alışkınım. Yirmili yaşlarımda bile mahalledeki gençler bana teyze derlerdi. Hata bunun şiirini bile yazmıştım. O halde neydi beni böylesine derinden etkileyen? Aslında nedenini biliyordum ve gözyaşlarımın dinmesini bekliyordum. O adam yaşlanmış ruhumun yüze yansıyan görüntüsüne selam vermişti. Evet, olay bu kadar netti. Yapacağım işe ve arkadaşların -bana olumsuz gelen- davranışlarına o kadar odaklanmıştım ki ruhumun ışıltısının söndüğünün farkına varamamış, yüreğimdeki çocuğu küstürmüştüm. Herkesten aynı performansı gerçekleştirmesini beklemiş, aynı heyecanı yaşamalarını istemiştim. Herkesin ayrı bir dünyası ve bakış açısı olduğunu yok saymıştım. Bununla da yetinmeyip kendi coşkumun öfkeye yenik düşmesine olanak sağlamıştım. Sonuçta onların duygu ve düşüncelerine göre değil, kendi duygu ve düşüncelerime göre hareket etmiştim. Kendi bakış açımı değiştirmediğim sürece, birlikte iş yapacağım arkadaşlarla asla uyum içinde olamayacaktım. Bunu biliyordum artık. Güne “teyze” selamıyla başlamak iyi geldi.
Rüzgar hızını kesmiş ve deniz durulmuştu. Benim içimdeki fırtına da dinmişti. Eve geldiğimde öfkeden eser yoktu. Sakin bir şekilde telefonu elime aldım ve proje içinde yer alan arkadaşlardan birini aradım. Yanıt geldiğinde derin bir “oh” çektim içimden. Kısa bir sohbetin ardından -konuyu ben açmadan- söze girdi: “Bazı arkadaşların sağlık sorunları vardı. Bu nedenle bir türlü bir araya gelemedik. Hafta sonu toplanıp projeyi hayata geçirme aşamalarını tamamlayalım. Senin için de uygun mu?”
Ruhum kanatlanmış bir kuş, sevinçten havalanmak istiyor…



           

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder