ŞİİRLERİN IŞIK OLACAK YÜREĞİMİZE; IŞIKLAR İÇİNDE UYU...
“Bir gün birileri öte geçelerden
Islık çalar yanıt veririz” (G.Akın)
Ey yüzü aydınlığa dönük Şair;
Sizi ömrümün neresine koyayım?
Gönlümde deli poyrazların estiği
yıllarda tanıdım sizi.
Tanıdım tanımasına ya ne kadar
anladım?
Anladım aslında; anlamak
istediğim gibi anladım.
Gençtim, deliydim… Kendimden
başka kimseye verilecek hesabım yoktu…
Yaşamımda “Seni sevdim. Artık tek
mümkünüm sensin”
hallerine dönüşüyordu dizeleriniz…
Hangimiz
aşk acısı çekmedik ki?
Güneydoğulu
kadının ağıtında şekillenen ,“Benim acım acıların beyidir” dizeleri aşk acısını
hafifletmek için söylenmişti sanki…
Büyüdük;
ya da biz öyle sandık:
“Yaşamın kesik bir yerinde/sevgiler yüzleri düşündürürdü/gide
gide incelen, kaybolan/uçucu anlamlar kalırdı ağırlıksız/kırılıp dökülen bir
şeylerden” kırıldık, kırıldığımızı bilmeden… Yüreğimizin kırıklarını toplayamadan “can
kırıkları” canımızı acıtmaya başladı.
Ve en çok da kestiğiniz kara saçlar
acıttı içimi yıllarca…
O upuzun saçlara nasıl kıyar insan?
Saçı kısacık kestirmenin
“başkaldırının en soylu eylemi”
olabileceğini çok sonraları öğrendim.
Kara saçlardan kurtulmak kolay
oluyor ama “kara delikler” den ömür boyu kurtulamıyor insan.
“Yasaktı yasaydı töreydi dön” diyerek çığlıklar atmışsınız 60’lı
yıllarda.
Şu an değişen bir şey var mı
sizce?
Yaşamı boyunca bir erkeğe
tutunmaya, bir erkeğin üzerinden kendini var etmeye koşullandırılan kadının
kanaması hiç durmuyor.
Erkek olmadan kendi ayakları
üzerinde duramayacağı, durmaya çalışsa da er geç düşeceği, tutunabileceği bir
erkek olmazsa kendini “eksik” hissedeceği dayatılmıştır ona.
Böylesi güdümlü bir yaşamın içinde, kabuk bağlamayan yaralar
oluşuyor yürekte. Sessizce kanayıp duruyor.
Her gün milyonlarca kadın taciz
ve tecavüze maruz kalıyor. Ona bunu reva görenlerin de anneleri, kız
kardeşleri, kızları, eşleri (karıları demek daha doğru) olduğunu unutuyorlar
mı? Başkasının namusuna göz koyan kendi namusunu da gözden çıkarmış olmuyor mu?
Töre, gelenek, görenek
kavramlarını “yasa” olarak kabul eden beyinler,”namus kisvesi”ne bürünüp
cinayet işleyebiliyorlarsa, eksikliği kendilerinde aramaları gerekir, etekte
değil.
Onun adı
“eksik etek” tir.
“Eksik etek” ne demek?
Namus ne demek?
Kadınları bu kavramlara tutsak
edenler, kendi kabuğunda çürümeye terk edenler; sevgiye, aşka ve yaşamaya eksik
bırakanlar; kadının üzerinden kendi eksikliklerini kapatmaya çalışıyorlar.
Fiziksel ve sözsel şiddet uygulayarak sindirmeye çalışmaları bunun göstergesidir.
Psikolojik travmalar geçirmesine neden oldukları yetmezmiş gibi, içten içe
kanamasına seyirci kalıyorlar. İlgiye, sevgiye, aşka olan eksikliğini bir yara
olarak taşımaktan başka bir seçenek bırakılmıyor kadına. Bir erkeğe tutunarak,
onun onayı alınarak yaşamını sürdürmesi kaçınılmaz kılınıyor…
Ve şimdi “din kisvesi” altına
saklanarak kadını tamamen kapatmaya ve
“hiç” olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.
“Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi?” diye soruyor ve
yanıtlıyorsunuz: “bir şeycik olmadı”
Haklısınız, bir şeycik olmuyor,
hem de hiç olmuyor. Gözyaşlarını içine akıtan kadınlar çoğalıyor yalnızca.
Ve gece kentin üzerine kâbus gibi çökerken ‘hiç’liğini kabullenemeyen milyonlarca
kadının sesiz çığlıklarıyla yırtılıyor karanlığın perdesi…
Siz çok önceden biliyordunuz aslında; artık “kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya…”
Keşke hiç büyümeseydik sevgili şair; keşke hep deli poyrazların estiği çağda yaşasaydık. Aşk acısı acılarımızın beyi olsaydı… “İtip beni /balıma dadanan bu çağı sevmedim”, hem de hiç sevemedim…
nisan/2009/adana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder