5 Ağustos 2014 Salı

BODRUM'U GECE TANIMAK

     BODRUM'U GECE TANIMAK
                                                               Aysel Yenidoğanay
    
     Magazin yazarı olsaydım " Bodrum'u gece keşfetmek" diye atardım başlığı. Ve "alemlere akardım" herkes gibi. Halikarnas Balıkçısı'nın kentinde turist olmanın keyfini yaşardım. 
     Ne var ki bakmak ile görmek arasındaki fark yüzünden "turist kaldım" Bodrum'da. 
   " Turist kalmak" deyimini açmadan, Barlar Sokağından başlayalım alemlere akmaya. 
     Sokak cıvıl cıvıl. Gündüz kalabalığını üçe katlamış. Sindirellanın eve gitme saati çoktan geçmiş. O, neon ışıltıların albenisine kapılmış, çılgınca dans ediyor. Onun dans ettiği kapı girişinde balkabağı beklemiyor ama sahipsiz kalmış bir golden sere serpe uzanmış parkelere... Herkes fotoğrafını çekiyor. Onun umrunda değil. Karşı tarafta yemek yiyenlere bakıyor göz ucuyla. Biri çağırır mı diye dik tutmuş kulaklarını...
      Bodrum'un kalbi Barlar Sokağında atar gece. Kalbin derinliklerine doğru ilerliyoruz yavaş yavaş. Mağazalar açık. Akan insanlar vitrinlere cansız bakıyor; satıcılar kapıya dayanmış boş boş bakıyor. Gündüz her dilden yapılan "buyurun" çağrısı tatil yapmış dillerde. Gözler konuşuyor satıcıların yüzlerinde: "Ah, birkaç saatlik uyku!"
      Uyku, pusetlerde yolculuk yapan bebeklere/çocuklara konuk olmuş; onca gürültünün ve kalabalığın orta yerinde mışıl mışıl uyuyorlar.
     Gece yeni başlıyor. Devasa sebzeli döneri takıyor usta. "Bu biter mi" diye sormama gerek yok. Restoranların önü masalarla dolu. Neredeyse boş yer yok. Herkes bir şeyler yiyor. Sokak insan kaynıyor. Dönerci de nasibini alacak bu kalabalıktan...
      Dönercinin üst tarafında "sünger" satıyor bir teyze. Simitle doyuruyor karnını...
      Yerli yabancı pop müzikle çınlayan sokakta, yanık bir türkü çalınıyor kulağıma. Türkü Bar'a yaklaşmış olmalıyım derken türküyü seslendiren buluyor beni. Kaldırımda. Sazı elinde. Kendince yorumluyor o tanıdık türküyü. Türkü mü yaralıyor beni yoksa o kutuya para atıp atmama duygusu mu, bilemiyorum...
      Her bardan yansıyan farklı müziklerin ritmine ayak uydurarak dans ediyorum sokakta. Kimsenin bana aldırdığı yok. Herkes aynı tempoda ilerliyor. Birden kilitleniyoruz, bir noktada. Genç bir kadın... Sokağın ortasına çökmüş... Ve bir adam kucaklamak istiyor onu. Başarısız oluyor. Adamın "gelmişine-geçmişine" selam gönderiyor kadın. Kadının ağzını kapatmaya çalışıyor adam. İttiriyor onu kadın. "Burada yatacağım, git sen!" Herkes durup seyrediyor. Kimi fotoğraf çekiyor, kimi gülüyor. Benim gözüm küçücük bir dükkana kayıyor. Onun önünde oturan genç bir kadına. Taşların üzerine Bodrum'u resmediyor. 
        Sokak bitmek üzere. Sahil yolunda ilerleyeceğiz. Aaa; o da ne? "Sex on the beach: 10 lira" gündüz 15 lira değil miydi o? Gülüşüyoruz. Gülmemize ortak oluyor on yaşlarında bir çocuk: "Abla tartayım mı?" Senin yatağında olman gerekmiyor muydu çocuk? 
        Belediyenin karşı duvarında asılı çocuk temalı bir afiş takıldı düşüncerime. "Hiç kimse kimsesiz kalmasın" 
        İskeleye çok var daha. İki gün önce gündüz gördüğüm bir tekneyi gece gözüyle görmek istiyorum. Kim bilir ne görkemlidir şu an sularda.
        En gösterişli barın önündeyim. Henüz gece başlamamış burada. Ozan Doğulu'yu bekliyor herkes. Bodrum Kalesi ışıklar içinde. Ve alt yazı geçiyor duvarlarında...
        Ağır ağır ilerliyorum taş iskelede. Orta yaşıyla barışık bir kadın olta atmış denize. Karşısında lüks bir tekne demirli. Sevgililer sarmaş dolaş. Balıkçı teknesinde uyuya kalmış bi balıkçı (belki de bir evsiz). İskelenin "T" noktasındayım. Tek tek bakıyorum demirli teknelere. Yok, yok, yok! CARPE DIEM YOK! 
       Düş kırıklığı...
       Carpe Diem kalenin oradaki marinada demirliymiş...
        Carpe diem (anı yaşa)...
 Bu sözcüğün büyüsüne kapılarak sevgilime sarılıyorum sıkıca. Ve tekrar ediyorum: "Hiç kimse kimsesiz kalmasın."
       
      

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder