16 Şubat 2014 Pazar

ÜTOPYA


                                 ÜTOPYA
                  

                                                                  “Peşlerinden gidecek cesaretiniz varsa
                                                                    bütün rüyalar gerçek olabilir.” –Walt Disney-


   “Bir kahkahanın tarifi yapılamaz/sarı bir gül nasıl açar yanaklarda/ve nasıl yanar dudaklarda”, işte öyle yanar şair ve yazarlar. Gün be gün kanasa da yürekleri en güzel kahkahayı onlar atar. Yazmak kimi gün işkenceye dönüşse de  “Acıyı bal eyleyip” gökalkışlar eşliğinde yağarlar ak sayfalar üzerine. Umut denilen o güzel çocuğu inanç ile besleyip, direnç ile büyütürler. Böylece düş yolculuğu başlamış olur...
Edebiyat kurgu ile gerçeğin iç içe geçtiği bir dünya. Olduğu gibi değil, olmasını istediğimiz gibi algılarız satır aralarından yansıyanları. Bu, okuyan için öyle de yazan için durum ne?
Yazan, yazar ya da şair olmak için çıkmamıştır yola. Dile getiremediği acılarını, sevinçlerini, umutlarını, öfkesini, tepkisini yazarak anlatmaya çalışır. Sırdır yazdıkları, paylaşmaz kimselerle. Kendiyle kavgalı, düzenle uyumsuzdur. Patlama noktasında sesini duyurmanın bir yolunu arar. Alanlarda bağırmaya başlar: “Susma! Sustukça sıra sana gelecek!” Sesi başka söyler içi başka. Yıllarca susmuş oysa. Alanlarda haykırmak kendini saklamaktır; gizlemektir kendini gerçeklerden. Yaşanmamış yılların intikamını almaktır. Sisteme boyun eğişin çığlığıdır özgürlük istemi. Çocuğuna veremediği sevgiyi sebilce harcamaktır. Ve sevgiliyle doya doya sevişememenin küfrü dalgalanır flamalarda. İsyan bayrağını açma zamanıdır: Varolma savaşını yazarak sürdürmek!
Yazar, gücün kendinde olduğunu bilir. Dünyayı değiştirebileceğine inanır. Edebiyat tarihi bu örneklerle dolu. Bedel ödemeye hazırdır artık.
Bedel ödemeye hazır olmak yetmiyordu. Yıllardır biriktirdiklerinin geniş kitlelere ulaşması gerekir. Yerel gazetelerle başlar işe, Anadolu dergileriyle sürdürür. Sınırlar dar gelmeye başlamıştır; ulusal basına göz diker. Yüzüne bile bakmazlar. Kitap çıkartmak ister; ünlü biri olmadığından dosyası okunmadan geri gönderilir yayınevinden. Ekonomik koşullarını zorlayarak ilk kitabının basılmasını sağlar. Dünyada ondan daha mutlusu yoktur. Kitabı milyonlar tarafından okunacak! Oysa baskı adeti bindir ve kitap okuyucusu binde birdir. Bıkmadan, usanmadan ikinci, hatta üçüncü kitabını da aynı yöntemle çıkartır. Günler kum taneleri gibi eklenirken birbirine, kucağında can veren ölü kuşlara dönüşür kitapları... Açlık kapıya dayanmıştır. Knut Hamsun’ın yaşamı belirir gözlerinde. Bir lokma ekmek için verdiği savaşı düşünür. Çerçilik, Ayakkabıcılık, yol işçiliği, katiplik, konferanslar... Henüz bir hiçti Knut Hamsun ve onu tanıyan, merak eden kimse yoktu. Önce karnının doyması gerekiyordu. “Açlık” romanı da Knut Hamsun’ın yaşamını yansıtmıyor muydu? O halde? 
Kalem işçiliği toplumcu sınıf bilincini benimsemiş kişiye ne para kazandırıyordu ne de okuyucu. Yazar bunu kavradığında, düşünü kurduğu aydınlık ülkenin ütopya olduğunu biliyordur artık. Bu bağlamda ya boyun eğecektir kapitalist sisteme ya da sorgulamaya devam edecek: “Kıyımlar acılar kanlar içinde/savrulurken yaşadığımız günler/bu soruyu mutlaka soracaksın/ne kaldı ne kaldı bizden geriye?”*

*Onat Kutlar’ın  “Bir Soru” şiirinden.
                                                      Aysel Yenidoğanay 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder