22 Temmuz 2020 Çarşamba

BEN ARTIK KATİLİMLE YAŞAMAK İSTEMİYORUM!


Dünya denilen gezegen cehenneme mi döndü yoksa insan denilen canlı mı onu bu hale getirdi? Ya da biz insan olduğumuzu bilmeden hep bir cehennemin içinde mi yaşıyoruz/yaşıyorduk?

Ben, bütün bu yaşananların/yaşadıklarımızın bir illüzyon olduğunu düşünüyorum. Hiçbirinin gerçek olmadığını, gözümü kapatıp açtığımda her şeyin normal akışına döneceğine inanmak istiyorum.

Olmuyor işte, ne yapsam olmuyor; her gün doğumunda yeni acılara tanık oluyorum.

Acı her geçen gün bıçak olup yüreğime saplanıyor. Öldürülen her kadınla bir parçam ölüyor. Özgecan oluyorum, Münevver oluyorum, Emine oluyorum, Fatma oluyorum, Ceren oluyorum, Pınar oluyorum ve öldürülen her kadın ben oluyorum…

Çığlığım kendime yabancı. Sesimi duyan yok. 

Kalabalıklar içinde yalnız ve bir o kadar çok.

Suçumuz: Aşık olmak!

Ve biz celladımıza aşık olduğumuzu bilmeden mutluluktan kahkahalar atıyoruz.

“Sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi değişimin mührüdür.” der Mevlana.

Biz şifalandığımızı düşünürken,  gücü “iktidar” olarak algılıyor aşık olduğumuz kişi. Egemenliğini ilan ediyor bedenimizin üzerinde. Aşk denilen kavramın içi boşalmaya başlıyor. Uçsuz bucaksız gibi görünen dünyanın bir köşesinde sıkışıp kalıyoruz. “Ölmek istemiyorum!” çığlığı boşlukta yankılanıyor.

Celladımın öldürme şekli fark etmiyor: Boğarak, döverek, yakarak, bıçaklayarak, kurşunlayarak, ezerek, doğrayarak, yükseklerden atarak… Sayayım mı daha? Yüreğiniz kaldırmadı değil mi? İşte ben her gün bu şekilde ölüyorum/öldürülüyorum. Hem de beni sevdiğini haykıran adam tarafından. 

“Adam” diyorum; oysa ne adamlıktan ne de insanlıktan nasibini alamamış, varlığı gereksiz bir yaratık. Yenidünya düzeni ile birlikte mantar gibi türeyen ve “hep benim olsun” mantığıyla hareket eden doyumsuz yaratıklar.

Bu yaratıklardan kendini soyutlamış adam gibi adamlara sesleniyorum: Lütfen kadınların çığlığını duyun artık. Sizler birleşirseniz yaratıkların gücü azalır ve kadınların şen kahkahaları geri gelir. Bu dünya, doğanın dengesi gibi kadınıyla, erkeğiyle bir bütün. Denge bozulduğunda döngü değişir.

Ben artık katilimle yaşamak istemiyorum!

Ölmek istemiyorum! Ölmek İstemiyorum! Ölmek istemiyorum!

 

Ve çocuklar; “dünyanın bütün çiçekleri”* annelerinin kaderini yaşıyorlar.

Koklamaya kıyamadığımız, canımızdan can verdiğimiz çocuklar; şiddete maruz kalıyorlar. Cinsel istismara uğruyorlar. Ensest ilişki kurbanı oluyorlar. Cehennem değil de nedir bu? Biz hala nasıl gülebiliyoruz? Nasıl yemek yiyebiliyoruz? Kaç çocuğun daha intihar etmesini bekleyeceğiz? İntihar etmeyen çocukların ruhunda açılan yaralar geçer mi sizce?

Bu çocuklar bizim/hepimizin; dokunmayın onlara! Çekin o pis ellerinizi çocukların üzerinden. O pis düşüncelerinizi ve zehir saçan dilinizi de çekin.

 “Bir kereden bir şey olmaz” veya “ruhen yaralanmamıştır” denilip, hasta ruhlu faillere mahkemelerde iyi halden ceza indirimi uygulayan hakimler; sizin çocuğunuz yok mu? Akşam başınızı yastığa koyduğunuzda, vicdanınız rahat ediyor mu?

Çocuk ve tecavüz aynı cümlede yer alıyorsa kıyamet kopmalı.

Çocuk istismarının affı olmaz, olamaz, olmamalı!

 

*Ceyhun Atıf Kansu

 

                                                                         

 

 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder