Dünya denilen gezegen cehenneme mi döndü yoksa insan denilen
canlı mı onu bu hale getirdi? Ya da biz insan olduğumuzu bilmeden hep bir
cehennemin içinde mi yaşıyoruz/yaşıyorduk?
Ben, bütün bu yaşananların/yaşadıklarımızın bir illüzyon
olduğunu düşünüyorum. Hiçbirinin gerçek olmadığını, gözümü kapatıp açtığımda
her şeyin normal akışına döneceğine inanmak istiyorum.
Olmuyor işte, ne yapsam olmuyor; her gün doğumunda yeni
acılara tanık oluyorum.
Acı her geçen gün bıçak olup yüreğime saplanıyor. Öldürülen
her kadınla bir parçam ölüyor. Özgecan oluyorum, Münevver oluyorum, Emine
oluyorum, Fatma oluyorum, Ceren oluyorum, Pınar oluyorum ve öldürülen her kadın
ben oluyorum…
Çığlığım kendime yabancı. Sesimi duyan yok.
Kalabalıklar içinde yalnız ve bir o kadar çok.
Suçumuz: Aşık olmak!
Ve biz celladımıza aşık olduğumuzu bilmeden mutluluktan
kahkahalar atıyoruz.
“Sevgi şifadır. Sevgi güçtür. Sevgi değişimin mührüdür.” der
Mevlana.
Biz şifalandığımızı düşünürken, gücü “iktidar” olarak algılıyor aşık
olduğumuz kişi. Egemenliğini ilan ediyor bedenimizin üzerinde. Aşk denilen
kavramın içi boşalmaya başlıyor. Uçsuz bucaksız gibi görünen dünyanın bir köşesinde
sıkışıp kalıyoruz. “Ölmek istemiyorum!” çığlığı boşlukta yankılanıyor.
Celladımın öldürme şekli fark etmiyor: Boğarak, döverek,
yakarak, bıçaklayarak, kurşunlayarak, ezerek, doğrayarak, yükseklerden atarak…
Sayayım mı daha? Yüreğiniz kaldırmadı değil mi? İşte ben her gün bu şekilde
ölüyorum/öldürülüyorum. Hem de beni sevdiğini haykıran adam tarafından.
“Adam” diyorum; oysa ne adamlıktan ne de insanlıktan nasibini
alamamış, varlığı gereksiz bir yaratık. Yenidünya düzeni ile birlikte mantar
gibi türeyen ve “hep benim olsun” mantığıyla hareket eden doyumsuz yaratıklar.
Bu yaratıklardan kendini soyutlamış adam gibi adamlara
sesleniyorum: Lütfen kadınların çığlığını duyun artık. Sizler birleşirseniz
yaratıkların gücü azalır ve kadınların şen kahkahaları geri gelir. Bu dünya,
doğanın dengesi gibi kadınıyla, erkeğiyle bir bütün. Denge bozulduğunda döngü
değişir.
Ben artık katilimle yaşamak istemiyorum!
Ölmek istemiyorum! Ölmek İstemiyorum! Ölmek istemiyorum!
Ve çocuklar; “dünyanın bütün çiçekleri”* annelerinin kaderini
yaşıyorlar.
Koklamaya kıyamadığımız, canımızdan can verdiğimiz çocuklar;
şiddete maruz kalıyorlar. Cinsel istismara uğruyorlar. Ensest ilişki kurbanı
oluyorlar. Cehennem değil de nedir bu? Biz hala nasıl gülebiliyoruz? Nasıl
yemek yiyebiliyoruz? Kaç çocuğun daha intihar etmesini
bekleyeceğiz? İntihar etmeyen çocukların ruhunda açılan yaralar geçer mi sizce?
Bu çocuklar bizim/hepimizin; dokunmayın onlara! Çekin o pis
ellerinizi çocukların üzerinden. O pis düşüncelerinizi ve zehir saçan dilinizi
de çekin.
“Bir kereden bir şey
olmaz” veya “ruhen yaralanmamıştır” denilip, hasta ruhlu faillere mahkemelerde
iyi halden ceza indirimi uygulayan hakimler; sizin çocuğunuz yok mu? Akşam
başınızı yastığa koyduğunuzda, vicdanınız rahat ediyor mu?
Çocuk ve tecavüz aynı cümlede yer alıyorsa kıyamet kopmalı.
Çocuk istismarının affı olmaz, olamaz, olmamalı!
*Ceyhun Atıf Kansu