LEKE
Çekyatın üzerindeki leke geçmedi. Ariel actice Color mu
kullansam, Kosla sıvı mı? Ace de olabilir.
Ace’nin renkliler için olanı yok. Var dsa ben mi bilmiyorum. En iyisi
klasik yöntem: Sabunlu soğuk su. (İçimdeki yara nasıl temizlenecek?)
rengi solar diye endişelenmek de yok. (Benim
yaramın rengi de gitgide koyulaşıyor.)
hava iyiyken halıları da güneşlendirmek gerek. Perdeler de uzun süredir
yıkanmıyor. Camlar da silinir bu arada. Ayrıca yastıkları kabartmalı,
nevresimleri değiştirmeli. Akşam için tatlı ya da pasta yapmalıyım. Bir de kol
böreği sürsem fırına; peynirli, kekikli bir börek. (Bunu bana yapmamalıydı! Yapmamalıydı bunu bana.)
Her şeye boş verip televizyonun karşısına geçmeli ve zaping
yapmalı. Saçma sapan dizilere takılırım. Bor şarkılı Türk filmlerinin saatidir şimdi.
Şansıma Ferdi Tayfur çıkar belki. Ağlayacağım yerde gülmekten kırılırım. (Güldükçe yürek yaram iyileşir mi?)
En iyisi ölesiye çalışmak. Salatadan başlamalıyım. Marulu
ince ince doğramalı önce. Üzerine kırmızı lahana rendelemeli. Domateslerin
kabuğu soyulmadan doğranmalı; sulanmaması için. (O da öyle sever.) Yeşil biber, nane, maydanoz… En son turp ve
havuç rendesiyle süslemeli. Bir de domates kabuğundan gül oturtmalı ortaya. Ya
da salatalıktan bir yelkenli. (Rüzgar vurdukça
şişen, kabaran denize inat güneşe doğru yol alan bir yelkenlinin içinde olmak
ne güzel. Martı özgürlüğünde, mavi çarşafın üzerinde gökyüzüyle sere serpe
sevişmek…)
Az daha unutuyordum; pul biber serpmeliyim üzerine, zehir
gibi acı olanından. (Zehir oldu ağzımın
tadı, zehir!) limon ve tuzu servis yaparken koymalı… (Yarama tuz bassam, sulandıkça akıtır mı zehri?)
Evet, evet; salata yapmak akıllıca. Epey zamanımı alır.
“”Alo! Orda mısın? Rahatta mısın?” hayır, rahat değilim. Sen de nereden çıktın?
Türk filmi yok muydu az önce? Ha, klipmiş! Bak, yine kanal atlamışım…
Uyumalıyım. Battaniyeyi başımın tepesine çekip uyumalıyım.
Ağlamayacağım işte. Sevdiğim –onun sevdiği- hiçbir şeyi yapmayacağım. Onur
Akın, Hakan Yeşilyurt dinlemek yok. Selda da yok Livaneli de… Hele Sezen hiç mi
hiç yok! Kitap okumayacağım, Attila ilhan izlemeyeceğim; Selim İleri de… Resim
sergisi, imza günleri, söyleşiler, paneller; tiyatro, sinema, konser, onlar da
neymiş? Ev kadınlığı tam bana göre. İnce ince danteller örerim, arasına ince
düşünceler karıştırmadan. Dolar ya da Avro gününe katılırım. Hiç tanımadığım
onca kadının arasında, dedikodu pazarının kurulmasına ortak olurum. Ev sahibesi
mutfaktayken pastaların, keklerin, böreklerin ne kadar acemice yapıldığını
çekiştiririz. Elbisesinin modaya uymadığını, sarıya boyalı saçlarının dipten
çıkan siyahların yüzünü nasıl çirkinleştirdiğini; hafifçe kilo mu almış ne
muhabbetine dalarız. Odaya girince de yüzümüze en güleç maskeyi takınır, her
şeyin ne kadar güzel olduğunu ve ne kadar harika göründüğünü söyleriz.
Ağlayacağım ya, kesinlikle ağlayacağım. Bu ben değilim, ben
değilim bu ya! Bilerek mi edilgenleştim? İtiraf etmek zor. Evet, baştan kabul
ettim ev kadınlığını. Aman çocuklar bakıcı elinde büyümesin, aman başkasının
huyunu kapıp uyumsuz olmasın. Bakıcı veya kreşte bakılan çocukların hepsi
uyumsuz mu? İşten ayrılmak kolay. Sıkıyorsa şimdi iş bul, işsizler ordusunun
arasında…
Ağzımın tadı zehir, yaşamım zehir. “Bu saatten sonra nerde iş
bulacaksın?” Haklı. O, erkekler dünyasında yerini sağlamlaştırmış. Ya ben? Onun
sevdiği kadın, -tabi seviyorsa- çocuklarının anası. Evet bu, işte bu:
Çocuklarının anası! “İstifa etmemeni söylemiştim. Sonradan pişman olacağını
da.””
“Ben sana söylemiştim!” tümcesinden nefret ediyorum. Haklı,
ama beni anlamıyor. Bir arkadaşın sözleri çok etkilemişti beni: “En güzel sanat
çocuk yetiştirme sanatıdır.” Bu7na kandım. İki oğluma da kendim baktığım için
pişman değilim. İlk zamanlar doya doya tadını çıkardım. Günler aylara, aylar
yıllara eklendikçe çocuklar büyüdü. Onlar büyüdükçe yüreğimdeki boşluğun da
büyüdüğünü gördüm. Çocuklar okulda, baba işte, ben konuk kabulünde… Yeter
artık. YETER! Nefes almak istiyorum. Kanatlanıp uçmak istiyorum. Eş*-dost,
konu-komşu, akraba-arkadaş ağırlamak istemiyorum. Yemek, bulaşık, ütü, temizlik
yapmak istemiyorum. Depresyonlu, obez bir kadın
da olmak istemiyorum. Ben hayatımı geri istiyorum. Çalışmak istiyorum,
çalışmak…
Atlıkarıncalar dolanıyordu kafasının içinde. Düşünceler
şahlanıp dörtnala uçuyorlardı. Hangi işe elini attıysa yarım kaldı. Evin içi
ruh haline uygun bir dağınıklığa büründü. Her şeyi olduğu gibi bırakıp, lekeli
çekyatın üzerinde uykuya daldı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder