10 Nisan 2020 Cuma

LEKE




LEKE

Çekyatın üzerindeki leke geçmedi. Ariel actice Color mu kullansam, Kosla sıvı mı? Ace de olabilir.  Ace’nin renkliler için olanı yok. Var dsa ben mi bilmiyorum. En iyisi klasik yöntem: Sabunlu soğuk su.  (İçimdeki yara nasıl temizlenecek?) rengi solar diye endişelenmek de yok. (Benim yaramın rengi de gitgide koyulaşıyor.) hava iyiyken halıları da güneşlendirmek gerek. Perdeler de uzun süredir yıkanmıyor. Camlar da silinir bu arada. Ayrıca yastıkları kabartmalı, nevresimleri değiştirmeli. Akşam için tatlı ya da pasta yapmalıyım. Bir de kol böreği sürsem fırına; peynirli, kekikli bir börek. (Bunu bana yapmamalıydı! Yapmamalıydı bunu bana.)
Her şeye boş verip televizyonun karşısına geçmeli ve zaping yapmalı. Saçma sapan dizilere takılırım. Bor şarkılı Türk filmlerinin saatidir şimdi. Şansıma Ferdi Tayfur çıkar belki. Ağlayacağım yerde gülmekten kırılırım. (Güldükçe yürek yaram iyileşir mi?)
En iyisi ölesiye çalışmak. Salatadan başlamalıyım. Marulu ince ince doğramalı önce. Üzerine kırmızı lahana rendelemeli. Domateslerin kabuğu soyulmadan doğranmalı; sulanmaması için. (O da öyle sever.) Yeşil biber, nane, maydanoz… En son turp ve havuç rendesiyle süslemeli. Bir de domates kabuğundan gül oturtmalı ortaya. Ya da salatalıktan bir yelkenli. (Rüzgar vurdukça şişen, kabaran denize inat güneşe doğru yol alan bir yelkenlinin içinde olmak ne güzel. Martı özgürlüğünde, mavi çarşafın üzerinde gökyüzüyle sere serpe sevişmek…)
Az daha unutuyordum; pul biber serpmeliyim üzerine, zehir gibi acı olanından. (Zehir oldu ağzımın tadı, zehir!) limon ve tuzu servis yaparken koymalı… (Yarama tuz bassam, sulandıkça akıtır mı zehri?)
Evet, evet; salata yapmak akıllıca. Epey zamanımı alır. “”Alo! Orda mısın? Rahatta mısın?” hayır, rahat değilim. Sen de nereden çıktın? Türk filmi yok muydu az önce? Ha, klipmiş! Bak, yine kanal atlamışım…
Uyumalıyım. Battaniyeyi başımın tepesine çekip uyumalıyım. Ağlamayacağım işte. Sevdiğim –onun sevdiği- hiçbir şeyi yapmayacağım. Onur Akın, Hakan Yeşilyurt dinlemek yok. Selda da yok Livaneli de… Hele Sezen hiç mi hiç yok! Kitap okumayacağım, Attila ilhan izlemeyeceğim; Selim İleri de… Resim sergisi, imza günleri, söyleşiler, paneller; tiyatro, sinema, konser, onlar da neymiş? Ev kadınlığı tam bana göre. İnce ince danteller örerim, arasına ince düşünceler karıştırmadan. Dolar ya da Avro gününe katılırım. Hiç tanımadığım onca kadının arasında, dedikodu pazarının kurulmasına ortak olurum. Ev sahibesi mutfaktayken pastaların, keklerin, böreklerin ne kadar acemice yapıldığını çekiştiririz. Elbisesinin modaya uymadığını, sarıya boyalı saçlarının dipten çıkan siyahların yüzünü nasıl çirkinleştirdiğini; hafifçe kilo mu almış ne muhabbetine dalarız. Odaya girince de yüzümüze en güleç maskeyi takınır, her şeyin ne kadar güzel olduğunu ve ne kadar harika göründüğünü söyleriz.
Ağlayacağım ya, kesinlikle ağlayacağım. Bu ben değilim, ben değilim bu ya! Bilerek mi edilgenleştim? İtiraf etmek zor. Evet, baştan kabul ettim ev kadınlığını. Aman çocuklar bakıcı elinde büyümesin, aman başkasının huyunu kapıp uyumsuz olmasın. Bakıcı veya kreşte bakılan çocukların hepsi uyumsuz mu? İşten ayrılmak kolay. Sıkıyorsa şimdi iş bul, işsizler ordusunun arasında…
Ağzımın tadı zehir, yaşamım zehir. “Bu saatten sonra nerde iş bulacaksın?” Haklı. O, erkekler dünyasında yerini sağlamlaştırmış. Ya ben? Onun sevdiği kadın, -tabi seviyorsa- çocuklarının anası. Evet bu, işte bu: Çocuklarının anası! “İstifa etmemeni söylemiştim. Sonradan pişman olacağını da.””
“Ben sana söylemiştim!” tümcesinden nefret ediyorum. Haklı, ama beni anlamıyor. Bir arkadaşın sözleri çok etkilemişti beni: “En güzel sanat çocuk yetiştirme sanatıdır.” Bu7na kandım. İki oğluma da kendim baktığım için pişman değilim. İlk zamanlar doya doya tadını çıkardım. Günler aylara, aylar yıllara eklendikçe çocuklar büyüdü. Onlar büyüdükçe yüreğimdeki boşluğun da büyüdüğünü gördüm. Çocuklar okulda, baba işte, ben konuk kabulünde… Yeter artık. YETER! Nefes almak istiyorum. Kanatlanıp uçmak istiyorum. Eş*-dost, konu-komşu, akraba-arkadaş ağırlamak istemiyorum. Yemek, bulaşık, ütü, temizlik yapmak istemiyorum. Depresyonlu, obez bir kadın  da olmak istemiyorum. Ben hayatımı geri istiyorum. Çalışmak istiyorum, çalışmak…
Atlıkarıncalar dolanıyordu kafasının içinde. Düşünceler şahlanıp dörtnala uçuyorlardı. Hangi işe elini attıysa yarım kaldı. Evin içi ruh haline uygun bir dağınıklığa büründü. Her şeyi olduğu gibi bırakıp, lekeli çekyatın üzerinde uykuya daldı…


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder