21 Aralık 2017 Perşembe

AŞK NEDİR?








YAZI DÜKKANI

    YAZI DÜKKANI GÜNLÜK'TEN
                     "AŞK NEDİR"

            Bu başlık, hedefi saptırılmış bir söyleşinin ana konusuna dönüşmüş halidir.
            Yaklaşık on beş yıl önce 25 Kasım Uluslararası Kadına Yönelik Şiddete Karşı Mücadele ve Dayanışma Günü” çerçevesinde “KADIN, AŞK VE ŞİDDET” konusunu işleyecektik.
“Kadınların Tarihsel Süreçte Psikolojik Yapısı”, “Kadına Yönelik Fiziksel ve Psikolojik Şiddet”,  “Cinsel Taciz”, “Töre Cinayetleri ve İntiharlar”, “Aşkın İçindeki Şiddet” “Burjuva Aşk”, “Feodal Aşk”  konu başlıklarımızdı.
            Konuşmacı arkadaşlarla yerimizi aldık. İlk konuşmacı da bendim.
            Yaklaşık yüzeli kişinin katıldığı söyleşinin en ilgi çeken bölümü tabi ki ‘aşk’tı.
            Erkeklerin azınlıkta olduğu bir topluluğun önünde ‘kadın hakları savunuculuğu’ yapıyorduk.
            Bugüne kadar ezilen, sömürülen, baskı gören, şiddete ve cinsel tacize maruz kalan, “sofradaki yeri öküzümüzden sonra gelen” mal olarak görülen kadınların sesiydik. Edilgen kadın portresine son! Yaşasın devingen kadın…
            Konu başlıklarından da anlaşılacağı gibi uzun uzun konuştuk. Arada sorular geliyor, yanıtlıyorduk. Azınlıkta kalan erkek dinleyiciler zaman zaman savunma mekanizması oluşturuyorlardı ama kanıtlanmış şiddet portrelerini çizdiğimizde geri adım atıyorlardı. Burjuva Aşk ve Feodal Aşk söylemi gündeme gelene kadar sürdü bu. Sonra olanlar oldu; şiddet konusu seyrini değiştirip “aşk”a bıraktı kendini…
            Genç dinleyicilerden “Sosyalist aşka ne oldu? Öyle bir kavram yok mu?”, “Aşkın coğrafyası olur mu?” türünden sorular gelmeye başladı. Konuşmacılar ve dinleyiciler olarak karşılıklı söz düellosuna girmiştik. İpin ucu kaçmıştı. Aşka giriş yapmadan aşkın içindeki şiddeti anlatmaya kalkışmıştık. Öyle ya, bizdeki aşk tanımı “ya benimsin ya toprağın” tümcesiyle özdeşleşmiştir. Havayı yumuşatmak gerek. Nazım Hikmet’in dizeleriyle yanıt verelim:
            “Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil/bütün iş Tahir’le zühre olabilmekte/yani yürekte//mesela bir barikatta dövüşerek/mesela kuzey kutbunu keşfe giderken/mesela denerken damarlarında bir serumu/ölmek ayıp 0lr mu//Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/hatta sevda yüzünden ölmek de ayıp değil/seversin dünyayı doludizgin/ama o bunun farkında değildir/ayrılmak istemezsin dünyadan/ama o senden ayrılacak/yani sen elmayı seviyorsun diye/elmanın da seni sevmesi şart mı/yani Tahir’i Zühre sevmeseydi artık/yahut hiç sevmeseydi/Tahir ne kaybederdi Tahirliğinden/Tahir olmak da ayıp değil Zühre olmak da/hatta sevda yüzenden ölmek de ayıp değil…”
            Şiirin ardından “Aşkın coğrafyası olmaz arkadaşlar” deyip söze başladım.
            Aşkın dili, dini, ırkı olmaz.
            Aşkın mantığı ve dengesi de yoktur.
            Aşkın elle tutulur, gözle görülür bir kuralı da yoktur.
            Peki, nedir aşk?
            Bir güz ikindisinde/güneşin kızıl ışıltıları altında/bir kapı aralığında sevişmek midir? Ya da direniş türküleri doldururken alanları/kavganın orta yerinde bulunan bir şey midir? Batanla doğan arasında bir ses midir? Çinko çatılarda türkülenen yağmur mudur? Ya da anarşist duyguların yüreğe terör estirmesi midir?
            Aşkın tanımı kişiye göre değişir.
            Yürek kafesinde çırpınan kuşun özgürlüğe uçma isteğidir aşk. Kış ortasında çiçeklenmesidir erik dallarının. Yağmur altında başıboş dolaşmaktır sokaklarda. Gözlerin susması ellerin konuşmasıdır. Ve ayrı ayrı atan iki yüreğin ırmaklarının karışmasıdır.
            Aşk iki kişilik bencilliktir. Araya yabancıları sokmaz. Aşkın gözü öylesine kör ki efendisine itaat eden köle konumuna düşürür sizi. Yemek yiyemez, uyuyamaz, oturamaz, konuşamaz olursunuz. Bulutlar ayağınızın altındadır. “Yeryüzü aşkın yüzü” olmuştur artık.
            Bu benim kişisel aşk tanımım. Seksenler ve doksanların sonuna kadar böylesi duygularla yaşadı aşkını birçok kişi.
Düşünüyorum da ikibinli yılların başında böyle bir söyleşi gerçekleştirebiliyor ve aşkı salya-sümük yaşayabiliyorduk.  “Sosyalist” ya da “Burjuva” aşk üzerine konuşabiliyorduk. İnternet yaşamımızı ele geçirdikten sonra “sanal aşk” diye bir kavram gelişti. Sevdiğinin elini tutmadan, gözlerinin içinde doğup batan güneşleri görmeden, yanağına dokunmadan; kısa mesajlarla yaşanan aşklar…  Aşk, ‘iki kişilik bencillik’ten çıkıp tek kişilik bencilliğe dönüştü.  Egemen güçlerin dayattığı bir yaşamda aşk “şiddet” olarak çıkıyor karşımıza. Ve aşk günümüz koşullarında içi boşaltılmış bir kavram olarak sürdürüyor varlığını.  (Bu da bambaşka bir yazı konusu.)
Bu konu uzar. son sözü dizeler söylesin: “Ağaçsız bir ormanda çırılçıplak kalmışım/yitirdim gölgemi /-gölgem ol -/bir deliliğimden utanmadım/bir de seni sevmekten” (A.Y.) diyebileceğiniz aşklara yelken açmanız umuduyla…





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder