8 Mart 2016 Salı

KADIN OLMAK


                                                                "başkaldırdım ataerkil düzene/hazırım militanca sevmeye/aşk                                                                           özgürlüktür/ve özgürlük uğruna ölünür ancak" 






Bugün 8 Mart.   Kimine göre ‘Dünya Kadınlar Günü’, kimine göre ‘Emekçi Kadınlar Günü’.
Her iki kavram birbirinden farklı görünse de aynı içeriği taşıyor: Kadını Yüceltme Günü!
Herkes bir yarış halinde. Kadının emeğinden, toplumdaki yerinden, saygınlığından, kutsallığından dem vurarak pastadan payına düşen dilimi kapmaya çalışıyor.
Bu gün ben de bir kadın ve yazar olarak üzerime düşeni yapacağım. Ama ne kadın haklarından ne de kadının emeğinden söz edeceğim. Kadın zaten kendi gücünün farkında. Emeğine de sahip çıkmayı bilir ama bile isteye toplum düzenine ayak uyduruyor. Toplumda kadın olmanın ayrıcalığını değil, aile kurma ve yaşatma görevini benimsiyor. İşte bu noktada “aşk” virüsüne kapılıyor. (Ki bu virüs geçicidir ve ömrü en fazla dört aydır.) Ve “aşk” denilen çift kişilik serüveni tek başına yaşıyor.
AŞK! İşte bütün mesele bu tek heceli sözcük.  
Kadın ne kadar güçlü olursa olsun aşk karşısında zayıf kalıyor. Elindeki bütün gücü bu uğurda harcıyor. ‘Seviyorum’ diyor da başka bir şey demiyor. Kör oluyor gözleri. Bilinç kaybına uğruyor. Derin bir uykudaymış gibi geziniyor yıllar yılı. Uyandığında ne aşk kalmış ne de gençlik. Elinde kalan yılların yorgunluğu, gerçekleşmeyen düşler, bakmakla yükümlü olduğu çocuklar ve bedenine bıçak gibi saplanmış bir adam…
Kadın gücünün farkında. Güzelliği, zekası ve doğurganlığı zaten üstün kılıyor onu. Elinin değdiği her yer gül bahçesine dönüşür. Gül sevgi ister. Hırpalarsan narin taçyapraklar zamansız solar.
Çevrenize bir bakın; kadın cinayetlerinin %90’ı namus uğruna işleniyor. Adam ‘mal’ olarak görüyor kadını. “Ya benimsin ya toprağın” diyor. Adam “seni seviyorum” derken küfrediyor sanki. Ya da lütuf gibi görüyor bu cümleyi.  Ve zamanla “seni seviyorum”un içi boşalıyor. Aşk sözcükleri yerini kadını pasifize eden sözcüklere dönüşüyor. Kadını değersizleştiren, onu hiçliğe düşüren, kendini suçlu hissettiren sözcükler. “Hata bende” diyor kadın. Evet, hata onda; çünkü göremiyor. Görmek istemiyor. Görse, “işte kapı orda” diyen adama bir daha güven duymazdı. Adamı her defasında düştüğü derin kuyulardan çekip almazdı. Ve bağırmak isterdi kadın; “sevişirken kulağına aşk sözcükleri fısıldadığın kadına nasıl kıyabiliyorsun?”
Kadın düzene ayak uydururken, düzenin temel yasasını unutmuş: cinsellik.
Dünyanın yasası bu. Adem ile Havva’dan bu yana süregelen bir yasa. Erkeği doyurduğun sürece sorun yok. Malsın. Hasta olmaya, yorgun olmaya, hatta ve hatta yaşlanmaya bile hakkın yok. Ayakta olduğun sürece verimkar olacaksın. Erkeğini boş bırakmayacaksın. Sonra başka kadına gider. İşin bir de o tarafı var; erkeği ihmal edersen, dünyanın en güzel kadını da olsan aldatır seni. Hem de gözlerinin içine baka baka aldatır. Başka bir kadının koynundan çıkıp rahatlıkla senin koynuna girebilir. Sevgi sözcükleri mi? Geç onları. Nasılsa içi boş o lafların. Cinsel açlığımızı doyuralım önce. Marguerite Duras aşkı arama bu hayatta. O milyonda bir gelir, yine de sonu hüsranla biter.
Kadın gücünün farkında olsa ne yazar? Düzen böyle işliyor. Kurduğun aileyi yaşatmak adına çektiğin acıların, yaşadığın maddi zorlukların, büyütmeye çalıştığın çocukların, yok saydığın düşlerin hiçbir önemi yok.
Ey uğruna ülkeler fethedilen kadın; bugün senin günün. Bak, herkes seni konuşuyor. Ama sen yoksun ortalıkta. Uyan derin uykulardan. Rüya bitti. Aşk intihar etti. Bırak zamansız zamanları yaşamayı. Yarın hiç olmayabilir. Dedim ya, bugün senin günün. Hadi kalk ayağa! Kendin ol. Kurtul kalabalıkların yalnızlığından.