5 Kasım 2015 Perşembe

GÜLTEN AKIN'A SEVGİYLE “KESTİM KARA SAÇLARIMI”

 ŞİİRLERİN IŞIK OLACAK YÜREĞİMİZE; IŞIKLAR İÇİNDE UYU...

                                                                                    “Bir gün birileri öte geçelerden
                                                                                    Islık çalar yanıt veririz” (G.Akın)
 
 
 
Ey yüzü aydınlığa dönük Şair;
Sizi ömrümün neresine koyayım?
Gönlümde deli poyrazların estiği yıllarda tanıdım sizi.
Tanıdım tanımasına ya ne kadar anladım?
Anladım aslında; anlamak istediğim gibi anladım.
Gençtim, deliydim… Kendimden başka kimseye verilecek hesabım yoktu…
Yaşamımda  “Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin” hallerine dönüşüyordu dizeleriniz…
Hangimiz aşk acısı çekmedik ki?
Güneydoğulu kadının ağıtında şekillenen ,“Benim acım acıların beyidir” dizeleri aşk acısını hafifletmek için söylenmişti sanki…
Büyüdük; ya da biz öyle sandık:
 “Yaşamın kesik bir yerinde/sevgiler yüzleri düşündürürdü/gide gide incelen, kaybolan/uçucu anlamlar kalırdı ağırlıksız/kırılıp dökülen bir şeylerden”  kırıldık, kırıldığımızı bilmeden…  Yüreğimizin kırıklarını toplayamadan “can kırıkları” canımızı acıtmaya başladı.
 Ve en çok da kestiğiniz kara saçlar acıttı içimi yıllarca…
 O upuzun saçlara nasıl kıyar insan?
Saçı kısacık kestirmenin “başkaldırının en soylu eylemi”  olabileceğini çok sonraları öğrendim.
Kara saçlardan kurtulmak kolay oluyor ama “kara delikler” den ömür boyu kurtulamıyor insan.
“Yasaktı yasaydı töreydi dön” diyerek çığlıklar atmışsınız 60’lı yıllarda.
Şu an değişen bir şey var mı sizce?
Yaşamı boyunca bir erkeğe tutunmaya, bir erkeğin üzerinden kendini var etmeye koşullandırılan kadının kanaması hiç durmuyor.
Erkek olmadan kendi ayakları üzerinde duramayacağı, durmaya çalışsa da er geç düşeceği, tutunabileceği bir erkek olmazsa kendini “eksik” hissedeceği dayatılmıştır ona.
Böylesi güdümlü bir yaşamın içinde, kabuk bağlamayan yaralar oluşuyor yürekte. Sessizce kanayıp duruyor.
Her gün milyonlarca kadın taciz ve tecavüze maruz kalıyor. Ona bunu reva görenlerin de anneleri, kız kardeşleri, kızları, eşleri (karıları demek daha doğru) olduğunu unutuyorlar mı? Başkasının namusuna göz koyan kendi namusunu da gözden çıkarmış olmuyor mu?
Töre, gelenek, görenek kavramlarını “yasa” olarak kabul eden beyinler,”namus kisvesi”ne bürünüp cinayet işleyebiliyorlarsa, eksikliği kendilerinde aramaları gerekir, etekte değil.
   Onun adı “eksik etek” tir.
“Eksik etek” ne demek?
 Namus ne demek?
Kadınları bu kavramlara tutsak edenler, kendi kabuğunda çürümeye terk edenler; sevgiye, aşka ve yaşamaya eksik bırakanlar; kadının üzerinden kendi eksikliklerini kapatmaya çalışıyorlar. Fiziksel ve sözsel şiddet uygulayarak sindirmeye çalışmaları bunun göstergesidir. Psikolojik travmalar geçirmesine neden oldukları yetmezmiş gibi, içten içe kanamasına seyirci kalıyorlar. İlgiye, sevgiye, aşka olan eksikliğini bir yara olarak taşımaktan başka bir seçenek bırakılmıyor kadına. Bir erkeğe tutunarak, onun onayı alınarak yaşamını sürdürmesi kaçınılmaz kılınıyor…
Ve şimdi “din kisvesi” altına saklanarak kadını tamamen kapatmaya ve  “hiç” olduğunu kanıtlamaya çalışıyorlar.
 “Kestim kara saçlarımı n’olacak şimdi?”  diye soruyor ve yanıtlıyorsunuz: “bir şeycik olmadı”
Haklısınız, bir şeycik olmuyor, hem de hiç olmuyor. Gözyaşlarını içine akıtan kadınlar çoğalıyor yalnızca.
     
 Ve gece kentin üzerine kâbus gibi çökerken ‘hiç’liğini kabullenemeyen milyonlarca kadının sesiz çığlıklarıyla yırtılıyor karanlığın perdesi…
               Siz çok önceden biliyordunuz aslında;  artık “kimselerin vakti yok/durup ince şeyleri anlamaya…” 
               Keşke hiç büyümeseydik sevgili şair; keşke hep deli poyrazların estiği çağda yaşasaydık. Aşk acısı acılarımızın beyi olsaydı… “İtip beni /balıma dadanan bu çağı sevmedim”, hem de hiç sevemedim…
                                                        nisan/2009/adana



Gülten Akın'ın anısına saygıyla...