25 Eylül 2014 Perşembe

            CARPE DIEM

             YAŞAMIN AYNASINDAKİ KADINLAR

                                                                       Aysel Yenidoğanay


            Söze nereden başlamalı?
Kadın analardan mı, emanet kadınlardan mı? Eksik eteklerden mi, saçı uzun aklı kısalardan mı?
Bu ve benzeri terimleri çoğaltmak mümkün. Sonuçta kadını ana, eş, sevgili gibi değil de “kaşık düşmanı” olarak gören feodal yapı değişmedikçe, kadına yakıştırılan sıfatlar da değişmeyecektir.
Cinsiyet ayrımcılığı ana rahminde döl tuttuğu andan itibaren başlıyor. “Erkek adamın erkek evladı olur” söylemi, kadını yok saymanın ifadesidir. Bu ifade süreç içinde şiddete dönüşüyor.
Burada şiddet dayak olarak değil, sözsel ve psikolojik baskı olarak çıkıyor karşımıza. Kadın suçluluk duymaya başlıyor. Kendi kimliğinden utanıyor. Erkek çocuk doğuramamanın sancılarını çekiyor.
Toplumun geneline baktığımızda, eğitimsiz kadınlarımızın bu tür bir sorunla daha sık karşılaştığını görüyoruz.
Bir de güneydoğulu kadınların yüreklerine kazınmış bir “kara yazgı” dır sanki erkek çocuk sendromu.
Sorunun kromozomlarda olduğunu bilmeden dövünüp durur kadınlar. XX’in dişi, XY’nin erkek olduğunu bilse sorun çözülecek.
Kromozomlardan da anlaşılacağı gibi “Y” tek başına erkek olamıyor ne yazık ki. Dişi kromozomla birleşince kendi kimliğine kavuşuyor erkek.
Tabi burada bilimsel açıklamalara girişmeyeceğim. Erkek çocuk doğuramamanın kadınların sorunu olmadığını vurgulamak istiyorum.
Hep kadının eğitilmesinden söz ediyoruz.
Kadını eğitmek için öncelikle erkeğin eğitimli olması gerekiyor. Akademik bir eğitim değildir söz konusu olan. Gelenek, görenek ve töre üçgeninin dışına çıkabilmeyi başarmış olan erkek zaten eğitimlidir. Kadını “insan” olarak görebilmeyi başarmış erkek,  ona hak ettiği saygınlığı kazandırmış demektir.
Bugün Türkiye’nin penceresinden baktığımızda, bu üçgenin dışına çıkabilmiş insanların azınlıkta olduğunu görürüz.
“Neden-Sonuç” ilişkisi ortada. Kadın bedeni üzerinden siyaset yapılabiliyorsa bu ülkede; kadını namusu bir erkeğin namusu olarak kabul görüyorsa ve hala “iki bacak arası” edebiyatı prim yapıyorsa; bu kadının güçlü olduğunun göstergesidir. Erkek kadının gücünden korkuyor demektir. Hiçbir erkek çevresinde kendinden daha akıllı ve daha başarılı bir kadına tahammül edemez.
Örnekleyelim isterseniz: Ünlü matematik profesörü Sophie Germain.
Sophie Germain, matematiğe ilgi duymuş biri olarak, alanında ün yapmış bir üniversiteye girmek için baş vurur.  Çevresi çok geniş olmasına karşın, sadece erkeklerin okuduğu bu üniversiteye alınmamıştır.
Sophie German’ın matematik tutkusu ağır basar. Erkek kılığına girerek, başka birinin adıyla kayıt yaptırır üniversiteye. Burada dehasıyla dikkat çekmiş; daha sonra kadın olduğu anlaşılınca da pek ses çıkartmamışlar. Ömrünü matematik bilimine adamış olan bu kadın, öldüğünde de erkeklerin kabusu olmuş. Öyle ki, mezar taşına “işsiz” sözcüğünü kazımışlar.
Kadın her koşulda ve her ortamda, fiziksel görüntüsünün aksine erkekten daha güçlüdür. O nazenin görüntüsünün altından -yeri geldiğinde- bin kaplan gücü çıkar ortaya. Toplumun ve erkek egemen sınıfın ona dayattıklarından, yani onu görmek istedikleri yerde tutunmaktan vazgeçecek kadar cesurdur. Hırslıdır. Kadın kimliğini ön plana koymadan (istisnalar kaideyi bozmaz), başarı kapılarını tek tek açar. Ama karşısında acı bir gerçek var: Erkek egemen erk onu yok sayıyor. Bu durumda toplumsal ve sınıfsal baskıya boyun eğmek zorunda kalıyor.
Meclisteki kadın sayısına baktığımızda azınlığın da azınlığı konumundalar. Konu mankeni gibi duruyorlar. Yaşamın aynasındaki kadınların sesi olabilme şansları var mı sizce?
Yani bu coğrafyada kadın olmanın hiçbir ayrıcalığı yoktur. Dayatılanı yaşamak zorunda bırakılıyor kadın.
Üçüncü sayfa haberlerine baktığınızda, kadına yönelik şiddetin en üst noktaya geldiğini görürsünüz. En önemlisi de töre ve namus cinayetleri…
21. yüzyılda, teknoloji çağında hala bunlar yaşanıyorsa, ilkel çağlarda yaşayanlardan daha gerideyiz demektir. En azından ilkel kabilelerde aile kavramı daha güçlüydü. Kadının sözü erkeğin sözüne eşitti.

Yaşamın aynasındaki kadınların, yürek aynalarında yeşerttikleri umutlarının, gün ışığında boy vermesi umuduyla…




BODRUM HABER 48' deki köşe yazımdan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder