ELEKTRONİK YALNIZLIKLAR
Aysel Yenidoğanay
“Bir insanı sevmekle
başlar her şey” diyor Sait Faik. Ve aslında sözün devamı da var: “Burada
her şey bir insanı sevmekle bitiyor.”
Sait Faik’in vurgulamak
istediği, 1954 Türkiye’sinde, kalabalıklar içinde yaşanan yalnızlıklar. O zaman
da “mış” gibi yaşıyormuş insanlar. Günümüzde “mış” gibi yaşayan insanlar daha
da çoğaldı. Çünkü elektronik yalnızlıklar yaşıyoruz şu an. Dijital (sanal)
dünya ile ayaklarımızın altında dönen dünya arasında gidip gidip geliyoruz.
Örnek: Üç arkadaş uzunca
bir aradan sonra bir araya gelmiş. Okullar bitmiş, işe girilmiş, evlenilmiş,
çoluk çocuğa karışılmış… Birbirlerine anlatacak ne çok şeyleri var değil mi?
İlk buluşmanın heyecanı on dakikada bitiyor. Son model telefonlar çıkıyor
ortaya ve sanki sevgilinin teninde dolaşıyormuşçasına ekran üzerinde geziniyor
parmaklar. O üç kişi, üç ayrı dünyada kendi yalnızlıklarını inşa ederek
kalabalıklar içinde kayboluyorlar…
Oysa yaşam yanı başımızdan
akıp gidiyor. “Şu an” diye bir şey yokken, geleceği yakalamaya çalışıyoruz,
an’ın tadını çıkaramadan.
“Önümüzde hayat... Her gün bir
başka uykuya yatıp bir başka rüya göreceğiz. Halbuki her zaman, ağır ağır
bizimle beraber akan nehir, bir göle varıyordu. Bu gölde artık biz akmıyor,
dalgalanmıyorduk. Yahut bana öyle geliyordu.” (Sait Faik Abasıyanık/Sarnıç
öyküsünden)
"İnsan sevmeye
başladı mı yaşamaya da başlar." Der
William Shakespeare .
İşe, kendimizi sevmekle başlamalıyız. Kendimizi o kadar çok sevmeliyiz ki; acılarımızla dost olup, martı çığlığını bastırmalı sevinç çığlıklarımız.
Ve bugün bir iyilik yapın kendinize; elektronik yalnızlığınızdan sıyrılıp sokaklara çıkın. Parklara, bahçelere, deniz kıyısına uzanın. Sıcacık bir simide uzansın eliniz, sıcacık bir çay eşliğinde. Bir sokak köpeğinin başını okşayın, ekmek atın martılara ve hiç tanımadığınız insanlara “günaydın!” deyin. Onların gülen gözlerini taşıyın yüreğinizde.
Sevgi, bir gülücüğü paylaşmaktır, kalabalıklar içinde.